Herkes Kendi Yolunu Bulsun!
Yazar: Zafer İlbarsBon Voyage, kendine fon olarak hassas bir dönemi seçen filmlerden. Dönem İkinci Dünya Savaşı’nın sonları olunca, film ister istemez iddialı bir şeyler anlatmak zorunda kalıyor. Alman faşizminin kabusuyla yaşayan Fransa halkının farklı sosyal tabakaları bu saldırıdan değişik şekilde etkileniyor. Bakanlar kurulu kabinesi ve burjuvalar Paris'ten ayrılıp Bordeaux'a sığınmak zorunda kaldıklarında bile yarın yaşayıp yaşamayacaklarından çok, Paris'in şaşalı günlerine duydukları özlemi dile getiriyorlar. Halk ise, yangından kaçırabileceği bir malı olmadığı için sığınabilecek bir delik arıyor sadece. Bu hengamenin arasında genç bir adamın yaşadığı zaman zaman eğlenceli, zaman zaman dramatik serüven ise filmin temel rotasını oluşturuyor.
Genç adamın ve onun başına iş açmak için yaratılmış aktrisin arasındaki ilişkiden hareketle gelişen olayların varacağı nokta bir seçimde düğümleniyor. Bu seçimin genç adamın başından beri tutkuyla bağlı olduğu ama erkekleri çıkarları için parmağında oynatan bir aktrisle, idealist bir öğrenci arasında yapılması gerekiyor. Gelinen noktaya kadar geçen olaylar sonrasında genç adamın yapacağı tercihin ne yönde olacağını tahmin edebiliyorsunuz.
Savaş söz konusu olduğunda mevcut olması gerekenlerden birisi de kaçınılmaz olarak casuslar. Aslında filmde yer alan her eleman bir amaca hizmet ediyor. Örneğin casusların varlığı aksiyonu beraberinde getiriyor. Genç adamın uğruna bir cinayete ortak olduğu kadın romantizmi çağrıştırıyor. Savaş ve yarattığı karmaşa filmin dram boyutunu oluşturuyor. Her karakter bu özelliklere göre kurgulanmış. Ne bir eksik, ne de bir fazla. Zaman zaman komedi ağırlıklı olsa da hikayenin dramatik boyutu da ihmal edilmeden işlenebiliyor. Bu iki unsur gerektiği gibi kullanılıyor ki bu seyircinin filmi sıkılmadan izlemesine yarayacak bir özellik.
Filmde rastlantısal olaylarında etkisi de söz konusu. Genç adam, aktristin öldürdüğü adamı sırf ona ilgi duyduğu için bir kanala atmayı kabul edebiliyor. Fakat geçirdiği kaza sonucu bagaja koyduğu cesedin sorumluluğu üzerine kalıyor. Cezaevine düşüyor ve akabinde Alman istilası sonrası boşaltılan cezaevinde koluna birlikte kelepçe takılan adamın açıkgözlüğü sayesinde yaşanan karambolden faydalanarak Bordeaux’ya gidiyor. Ağzına kadar dolu trende karşılaştığı genç kız ve çok mühim bir kimyasal maddeyi beraberinde taşıyan fizik profesörü çatallaşacak olaylar hakkında ipuçlarını veriyor. Olayların seriminde sunulan kişilerin bir otelde yolları rastlantısal olarak kesişiyor. Savaşın etkilerinden çok genç adamın yaşadıklarına odaklanıyor film. Bu yaklaşım filmi daha izlenebilir kılıyor. Zira filmin özellikle ikinci yarısında kimi zaman eğlence konumuna yükselen bir seyir keyfi yaşanıyor. Özelde bir savaş filmi olsaydı eğer, daha önce onlarca kez estetize edilmiş filmlerden biri olarak kalabilirdi.
Yönetmen bol çeşitlilik arz eden malzemeyi kaynaştırmayı başararak seyredilebilir bir film çıkarmış ortaya. Bunda Fransa'nın hemen hemen kalburüstü bütün oyuncularının filmde yer alması da etkili tabii. Önemli bir dönemi kendine fon olarak seçmesinin yanı sıra, bu dönemde yaşanan olayların kırılma noktaları hakkında bilgi de veriyor film. Sonuç olarak herkes bir mıknatıs gibi çekildiği olayların çözülmesinin ardından kendi yoluna gidiyor. Yine de kaçınılmaz olarak yarım kalmış bir takım işler için buluşmak zorunda olanlar da var.