<b>Solaris</b>?e Ağır Bir Zoom
Yazar: Serdar KökçeoğluBilim kurgu yazarı Stanislaw Lem'in Solaris isimli bol meyveli romanından ikinci meyveyi, kimi yabancı eleştirmenlerin erkenden olgun bir ruh haline bürünmekle eleştirdiği Steven Soderbergh kopardı. Fakat; yönetmenin bu davranışı, Andrei Tarkovski'nin Solaris'i kadar saygı duyulan bir eyleme dönüşmedi. Derin bir okyanusa benzeyen Solaris gezegeninden, Chris Kelvin ile eski karısının melankolik aşkına ağır bir zoom yapan film; Soderbergh ve George Clooney'in Solaris cennetinden kovulmasına neden oldu.
Bilim kurgu web sitelerinde yapım aşamasından beri tartışılan film, romana ve ilk uyarlamaya yakın çevreler tarafından, hakarete varan eleştirilere uğramıştı. Dolayısıyla film henüz yapım aşamasındayken ciddi bir önyargı oluşturuldu. Filmin, bir takım beden uzuvlarının boylu boyunca sergilenmesi nedeniyle yaşadığı sansür sorunu ve hatta heyecanlı yönetmeni Soderbergh'in sansür mücadelesi bile, çok fazla ilgi ve destek görmedi. Dolayısıyla kutsal değerlere ihanet eden film, henüz başlangıçta kaybetmeye mahkum edildi!
Kitap uyarlamalarının birbirinden oldukça farklı eleştiriler alması, uyarlamalara nasıl yaklaşılacağı konusunda ortak bir tavır sergilemenin güçlüğünden kaynaklanıyor. Yani siz Solaris gibi bir romanı film ortamına aktardığınızda, pek çok farklı görüşe de imkan tanımış oluyorsunuz. Bu noktada, filmlerin romana uygunluğu, sadıklığı genel bir beklentiyi yansıtıyorsa da; yaratıcı bir sinema adına en düşük seçim de kuşkusuz bu yöntem. En zoru ise; filmi, kitaptan doğan ve ardından bir kara parçası gibi kopup, bağımsız bir adaya dönüşen bir yapı olarak kabul etmek. Bu şekilde değerlendirdiğinizde; film farklı anlamlar doğurduğu gibi, daha net bir bakış açısı oluşuyor.
Başka gezegenler, bilim, insan, bilinçaltı, geçmiş, hafıza, bilinmeyen, acı, pişmanlık, inanç gibi noktalardan beslenen romandan, Soderbergh'in yaptığı gibi bir noktayı seçip onun üzerinden bir hikaye anlatmak; romana ve ilk uyarlamaya yapılan bir saygısızlık değil kuşkusuz. Kitabın, filmin yapımcıları tarafından yanlış okumalara maruz kaldığı gibi bir yaklaşım ise, kesinlikle romanın değerini azaltacaktır, başka bir şey değil.
Solaris; yeryüzünde, yağmurun eksik olmadığı flu görüntülerle başlıyor. Dr. Kelvin, Solaris gezegeninden acil bir çağrı alır ve gezegene doğru bir yolculuğa çıkar. Soderbergh ilginç bir şekilde okyanusa az yer vererek, romanın somut (nispeten) hikayesi üzerinde duymayı tercih etmiş. Yer'den gelen konuklarıyla, hafızalarından süzdüğü bazı kişileri göndererek iletişim kuran Solaris bir amaçtan çok araca dönüşmüş. Kelvin ile karısı arasındaki ilişkiye ve adamın rasyonel davranmak ile tekrar pişmanlık duymayacağı duygusal kararları arasındaki gerilime ağırlık verilmiş. Kelvin ile eski karısının yaşadığı sancılı dönem, trajik bir olaya neden olmuş ve doktorun hafızasındaki yerini almıştır.
Son dönem dünya sinemasının kurcalamayı sevdiği temalardan biri olan hafıza; burada da, romandaki temanın merkeze alınmasıyla ağırlıklı olarak karşımıza çıkıyor. Çiftin yaşadığı trajik olayı, geri-dönüş'lerle açan film, sık sık eski günlere dönerek filmin melankolik bir hava kazanmasına neden oluyor.
Yapımcılığını James Cameron'ın yaptığı büyük bütçeli bir Solaris'den bekleyebileceğiniz şeyler bu filmde yok. Yapımcılar ne teknolojinin yardımıyla müthiş okyanus hareketleri yaratıyor, ne de dev tasarımlar sunuyorlar. Solaris, ne olduğunu anlamadan kendini başka bir gezegende bulan bir doktorun, hafızanın gerilerine ittiği, trajik bir olayla hesaplaşmasını anlatan, melankolik ve özel bir bilim kurgu. Soderbergh'in yaptığı zoom, bir nokta dışında her şeyin belirsizleşmesine neden oluyorsa da; en azından seçtiği tema, filmin başlarında yer alan dünya görüntüleri gibi flu değil. Özellikle ambient müziğin eşlik ettiği geri-dönüş'ler gerçekten etkileyici bir atmosfer sunuyor.