<b>Matrix Revolutions</b>: İkinci Rönesansın Sonu mu?
Yazar: Serdar KökçeoğluYıl, 1999
Geçen yüzyılın son günlerinde karşımıza çıkan The Matrix, bilim kurgu sinemasının geldiği noktayı göstermesi açısından son derece önemliydi. Bilim kurgu türünün, sinema, edebiyat ve popüler kültürdeki örneklerinden aldığı referanslar ve sinema teknolojisinin de katkısıyla, bu noktayı ileriye taşımaya çalışıyordu. Ki bilim kurgu sineması, sinemanın bütün türleri içinde, hem ele aldığı 'tartışmalı' konular nedeniyle içerik anlamında, hem de görsel anlamda en çarpıcı örnekleri ortaya koymuştur. Görsel inandırıcılığını, bilim ve mimari gibi disiplinlerle olan yakın ilişkisine borçlu. Düşünsel anlamda en büyük ilham kaynağı ise kuşkusuz bilim kurgu edebiyatı. Türün klasik yazarlarının dışında, çağdaş felsefeye bile yön veren, cyberpunk alt türünün yazarları da sinemada karşılığını zamanla buldu. Bu yüzden bilim kurgu sineması, tarihinden bu yana, sanatın uçlarına yeni raylar döşediği gibi, içinde yaşadığımız dünya, gelecek kültürü, insan bedenin geleceği gibi konular üzerine önemli tartışmaları gündelik hayatımıza taşıdı.
İşte bu ve buna benzer nedenlerden dolayı, bir bilim kurgu filminin kalıcı olabilmesi, diğer türlerle karşılaştırıldığında, o kadar kolay değil. Matrix serisini henüz yapımcıları ikna etmeden yazan ve bütün çekimler boyunca storyboard’larına sadık kalan Wachowski Biraderler’in bu zor ve önemli türe iddialı girdiklerini anlamak da güç değil. Serinin ilk filmi The Matrix, şüphesiz görevini fazlasıyla yerine getirmişti. Bilim kurgu sanatları ve özellikle cyberpunk edebiyatının birikimini taşıyan film, anime türünün de etkilerini taşıyordu. İyi yazılmış senaryo, görsel anlamda da sinema teknolojisinin test sürüşünü yapmaya hazırdı. Üstelik referanslarını açık açık gösterdiğinden, saygısını sunma konusunda da kusuru olmayan bir filmdi karşımızdaki.
Bu açıklık, kimi anime sahnelerinden Fransız Düşünür Jean Baudrillard’ın kitabına kadar uzanıyor. Öykünün Baudrillard’ın ünlü simülasyon kuramıyla benzerliği ise kuşku götürmez. Fakat bundan yola çıkarak filmi filozofun görüşleriyle örtüştürmeye çalışanlar, Baudrillard’dan bekledikleri cevabı hiçbir zaman alamadılar. Baudrillard, kendi düşüncelerinin izlerini sadece Matrix’te değil pek çok filmde gördüğünü söylüyor ve hiçbirini öne çıkarmıyor! Fakat bu durum kesinlikle filmin önemini azaltmıyor, tıpkı filmin felsefe kitaplarına konu olmasının da, önemine fazladan bir artı katmadığı gibi. Filmi inceleyen herkes kendine göre yorumlayabiliyor. Ama herşeyin ötesinde izleyiciyi içinde yaşadığı gerçekliğe dair düşünmeye itiyor ve bir güzel kafa karıştırıyor. Üstelik iyi bir senaryo, iyi bir aksiyon ve inandırmanın ötesinde deneyimler yaşatan bir görsellikle başarıyor bunu.
266 Dakika ve 9 Kısa Film
Matrix Reloaded ve Revolutions, 266 dakikalık bir devam filminin parçaları. Reloaded’ın vizyonda olduğu dönem yapılan tartışmalarda kimi zaman gözden kaçırılan en önemli nokta, sinemalarda gösterilen filmin aslında yarım bir film olduğuydu. Ben kendime adıma o dönem yazdığım yazıda, yaşadığım deneyimi eleştirmeden aktarmaktan başka bir yol görememiştim. Reloaded, ilk film gibi başı sonu olan bir film bekleyenleri oldukça şaşırttı. Filmin tatmin etmekten uzak olduğu ve bunun ticari kaygılarla yapılmış olduğu da iddia edildi. Halbuki yakın dönemde seriyle ciddi ciddi ilgilenenlere güzel bir sürpriz yapılmıştı. Bazıları bizzat Matrix’in yaratıcıları tarafından yazılan Animatrix kısa filmleri, devam filminin yarattığı eksiklik dugusunu fazlasıyla kapatıyordu. Üstelik özellikle Wachowski’ler tarafından yazılan kısa filmlerin Matrix serisiyle bağlantısı oldukça dikkat çekiciydi.
Her ne kadar şu an Revolutions ile birlikte düşündüğümde Animatrix’ten üstün bulsam da, kısa filmlerin beni Reloaded’dan daha fazla heyecanlandırdığını itiraf etmeliyim. Jean Baudrillard, Matrix üzerine yaptığı bir röportajda, yönetmenlerin seride Zion ve Matrix’i gösterdiğini ve iki dünyanın 'kesişim noktasını' göstermek gibi bir ilginçliği atladıklarını söylüyor. İşte bu ve daha fazlası ilginçlik Animatrix’in kısa filmlerinde karşımıza çıkıyor. Reloaded, her ne kadar Mimar’la karşılaşma gibi hayati bir sahneyi içerse de, kahramanların Anahtarcı’nın peşinden kaynağa ulaşmak için verdikleri mücadeleyi anlatıyordu. Ve eğer Revolutions’dan ayrı düşünürseniz, sadece kafa karıştıran bir film. Neo’nun kimliği, kehanet ve inanç konuları bu filmde tartışmaya açılıyor ve serinin takipçilerinin üzerine aylarca kafa yoracakları sorular çıkıyor ortaya.
Bu ise bana göre sinema tarihinin en ilginç dönemlerinden birini yarattı. Hepimiz sır gibi saklanan son filmde olacaklara dair senaryolar okuduk ve ürettik. Pek çok sinema yazarı ve araştırmacı Matrix’in finalina dair ilginç senaryolar üretti. (Hatta bazıları Wachowski’lerin seçtiği sondan bile ilginçti). Ama çoğu yazarın birleştiği nokta, yaşadığımız şeyin Enter The Matrix oyununu bile gölgede bırakan büyük bir oyun olduğu yönündeydi. İlk Matrix’te yaratılan anlamlar tersine döner gibi olmuştu. Fakat son filmin insanlar ve makineler arasındaki büyük savaştan oluşacağı bilgisi, bütün sorulara merhem olabilecek güçteydi. Üstelik küresel bir özdeşleşmenin muhatabı olan bir kahramanın başarısızlığının yaratacağı hayal kırıklığı, konvansiyonel sinemanın kaldırabileceği bir ağırlık değildi.
2. Rönesansın Sonu
Animatrix kısaları içinde Matrix açısından en fazla önem taşıyan çalışma(lar) şüphesiz, 2. Rönesans. Burada Matrix’in doğuşunu, makinelerin ortaya çıkışından itibaren izleyebiliyorsunuz. Makineler, insanların işlerini kolaylaştırmak için yaratılıyor. İnsanlar tarafından saygı görmedikleri gibi, hukuki bir olayın ardından da kitlesel bir nefretin öznesi oluyorlar. İki farklı türün birarada yaşayabilmesinin imkansızlığı, makineleri 'bir-sıfır' adını verecekleri kendi bölgelerinde yaşamaya itiyor. Özerk bir yaşam kurduktan sonra ise insanlar arasında temsil hakkı istiyorlar. Böyle bir girişim, insanların açtığı bir savaşla sonuçlanıyor. Makineler ise çareyi, kendisi için daima tehdit oluşturan insan ırkının bedenlerini kontrol altına almakta buluyor ve onları (bizi) zihinsel olarak kendi hazırladığı programa hapsediyor.
2. Rönesans bize, matrix’in ortaya çıkmasında insanların da en az makineler kadar suçlu olduğunu gayet güzel ortaya koymuştu. Bu anlamda 'tüm davalara son verecek olan dava'nın yani savaşın bir sonuca ulaşmaması çok da şaşırtıcı değil. İnsanların da masum olmadığı bir dünyada, tüm kötülüğü makinelere yüklemenin de nihayet sonu geliyor filmde. Devam filmlerinde 'düşman' makineleri Ajan Smith’te simgeleştiren yönetmenler, yavaş yavaş onu üçüncü bir taraf yapıyorlar. Hem insanlara hem de makinelere karşı, başlı başına bir tehlikeye, kötülüğün simgesine dönüşüyor Ajan Smith. Ve eski hacker, yeni seçilmiş Neo, bir anda makinelerin de umuduna dönüşüyor ve bütün alemlere barışı getiriyor.
Her ne kadar 266 dakikalık bir filmin ikinci yarısı olarak kabul etsek de, Revolutions’ın 'ilk yarıdan' daha sıkı bir film olduğunu kabul etmek zorundayız. Bir kere akıllara durgunluk veren savaş sahnesi devam filminin en önemli ve güçlü yanı. Onun dışındaki olay örgüsü ise Reloaded’da olduğu gibi gerilimini daha çok aksiyon sahnelerine borçlu. İki arada, bir durakta kalan Neo’nun kurtarılması, Neo ve Trinity’nin birbirlerine ağır çekim koştukları sahneyle yerleşti akıllara. Serinin başından beri ikisi arasındaki aşk hikayesinin etkileyicilikten uzak, zorlama ve heyacansız olduğunu düşünüyordum, bu sahne ile komik de olabileceğini kendi adıma keşfetmiş bulundum. Savaş bölümünün sürprizlerinden birisi de, Animatrix’te Neo tarafından zihinsel kölelikten kurtarılan Kid’in borcunu ödemek için verdiği gayret.
Matrix’ten kimse umutsuz bir son beklemiyordu, Animatrix bu yöndeki beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Fakat Neo’nun makineleri barış talebi konusunda kolayca ikna edebilmesi, Smith’in makinelere ve hatta matrix’e verdiği rahatsızlığın güçlü bir şekilde verilmemesi, Mimar’ın finalde Kahin’le yaptığı konuşma gibi sıkıntı yaratan durumlar ise bir başka (büyük) soru(n)’un gölgesinde kalıyor. Önemsiz bir karakterin ismi için bile, kültür tarihinin derinliklerine doğru bir yolculuk hazırlayan yönetmenlerin, devam filminin senaryosuna ayrıntılar kadar önem vermediğini aylar önce anlamıştık. Belki de bu yüzden bu sıraladığım sorunlar rahatsız etmiyor. Fakat ben kendi adıma, Matrix’in bitişinin sadece Mimar’ın repliklerinde verilmesini talihsizlik olarak görüyorum. 266 dakikalık devam filminin kuşkusuz en büyük eksikliklerinden biri. Eğer bu yönde bir gelişme olmasaydı sorun yoktu, ama olduysa, o zaman bu ilginçliğin de seride ıskalanmaması gerekirdi. Ve bunun hangi formatta karşımıza çıkacağını da çok merak ediyorum. Star Wars örneğini yakından bilen Wachowski’lerin geleceğin sinema teknolojisiyle şekillendirme planları yaptıklarına da eminim.
Aniden suyun içine uyanan insanların kaçının bu durumdan gerçekten memnun olacağı ve bu deneyimin, insanların makinelerle daha önce beceremediği iletişimi kurmaya yetip yetmeyeceği ise yeni tartışma konularımız. Küçük çocuğun programladığı pastel gökyüzü, şiirsel bir adaletin başlangıcı gibi gözüküyorsa da, ne istediğini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz Ajan Smith, belki de sadece bu yüzden bu iletişimin önündeki en büyük engel olacaktır. İptal olmasına rağmen...