Hesabım
    Kill Bill: Volume 1
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Kill Bill: Volume 1

    <b>Kill Bill</b>:Quentin Tarantino’nun Dördüncü Filmi

    Yazar: Anıl Ergin

    Entelektüel kaygıları olan bazı kesimlerce 80'li yıllar hiç sevilmedi. Hatta nefret ettiler. Dönemin kendine has renkli yapısı, glam rock, Madonna, Ronald Reagan, Rambo serisi...Aslında, bir noktadan sonra gerçekten de artık sıkıcı olmaya başlamıştı.

    70'li yılların sonunda başlayan bu renkli dönem ilk darbeyi 1992'de MTV ekranlarında gözükmeye başlayan üç Seattle'lı gençten kurulu bir grubun öfke dolu şarkısıyla aldı. Bu satırların yazarı tarafından hiç sevilmemekle beraber Nirvana ciddi anlamda hem müzik endüstrisinin seyrini değiştirdi hem de önceki on yılın pembe atmosferini dağıtıp gerçekçi ve karamsar bir dönemin habercisi oldu.

    İkinci darbe kısa bir süre sonra ABD'nin kalbinden geldi. Savaşçı, muhafazakar ve şoven Cumhuriyetci Parti seçimlerde yenilgiye uğradı ve Demokratların adayı Bill Clinton ABD ve dünya başkanlığına soyundu. Vietnam savaşı kaçağı olan Clinton, muhafazakar olmayan ve entelektüel yapısıyla hem ABD'yi şoven dış politikasından arındırdı hem de öncüllerinin aksine barıştan yana bir tavır koydu.

    80'li yılları simgeleyen bazı şeylere de noktayı bir videocu dükkanında çalışan genç bir adam koydu. Söz konusu dükkandaki bütün filmleri ezberleyen Quentin Tarantino ilk filmi Rezervuar Köpekleri ile bir noktaya kadar başarılı oldu ama bir sonraki filmi Ucuz Roman ile sadece sinema dünyasını değil diğer bütün sanat dallarını yıktı geçti. O zamana kadar dışlanmış, kıyıda köşede kalmış bir çok tür, bir çok film ve yönetmen Tarantino sayesinde tekrar gündeme geldi. Sinemaya olan genel sevgisi dışında, B filmlere olan ilgisi yönetmenin sinema dilinin oluşmasında etkili oldu. Yaratmış olduğu farklı tarzla bağımsız yönetmenlere olan ilginin artmasını sağladı. Yaratıcılığını konuşturduğu senaryolarıyla başka yönetmenlere hayat verdi.

    Tarantino ve sinemaya olan etkisi aslında başlı başına bir yazı konusu. Ama bu yazıya başlarken amacımız, yönetmenin son filmi Kill Bill'den bahsetmek hatta filmi övmekti. İki ayı aşkın bir rötarla ülkemizde gösterime giren Kill Bill ne yazık ki şimdilik sadece ilk bölümüyle karşımızda. Aslında bütün olarak üç saati bulan film, yapımcıların ticari düşüncesiyle iki bölüm halinde piyasaya sürülmüş durumda. Ama Tarantino, Wachowski Kardeşler'in Matrix Reloaded'da yaptığı gibi sonunda merak içinde bırakmıyor seyircisini. Yine de Kill Bill Vol 1 damağımızda öyle bir tat bırakıyor ki, ikinci filmi izlemek için sabırsızlanıyoruz.

    Filmin öyküsünden bahsedelim. Gerçi Quentin Tarantino sinemasına alışkın olanlar, yönetmenin filmlerini anlatmanın zorluğunu bilirler. Sürekli flashback'ler, farklı açılardan olayları tekrar göstermeler, iç içe geçen konular... Neyse, hikayemiz öldüğü sanılan fakat dört yıl bitkisel hayatta kaldıktan sonra intikam amacıyla harekte geçen bir karakterin etrafında geçiyor. Uma Thurman'ın canlandırdığı, Gelin ya da Black Mambo adıyla anılan bu dövüş ustası kahramanımız kendisini öldürdüğünü zanneden Bill ve yardakçılarıyla teker teker hesaplaşmaya başlıyor...

    Kulağa ne kadar klişe geliyor, değil mi? Sinema tarihinde onlarca hatta yüzlerce örneği olan bir hikaye. Charles Bronson'un veya Cüneyt Arkın'ın benzeri kaç tane filmi vardır kim bilir. Tarantino sinemasını farklı kılan nokta da burada ortaya çıkıyor işte. Çağdaş yönetmenler gibi klişelerden arındırmaya çalışmıyor filmlerini. Tam tersine, klişelere saygı duyuyor. Onları seviyor ve tekrar tekrar kullanıyor. Yıllar boyunca izlediği karate filmleri, animeler, b sınıfı macera filmleri ve eski gangster filmlerine olan sevgisini her seferinde bütün bu türlerin kolajını yaparak gösteriyor.

    Kill Bill Vol 1 de, öteki Tarantino filmleri gibi, tam bir kolaj aslında. Filmde büyük oranda anime etkisi hissediliyor. Hatta yönetmen bu konuda daha da ileri giderek yaklaşık beş dakikalık anime bir bölüm yerleştirmiş filmin içine. Dövüş sahnelerindeki planlar ve özellikle kılıçla yapılan vuruşmalarda abartılı fışkıran kanlar aklımıza hep Japon anime filmlerini getiriyor. Bir çok sahneye de eski karate filmlerindeki atmosfer hakim. Fakat arada fark var tabii. Bir kişinin elliyi aşkın hasmını saf dışı bırakabilmesinin mantıksızlığını, ki bu durum da yönetmenin bilinçli tercihi, bir kenara bırakırsak teknik hiç bir açık yok. Hatta bir çok sahnede Quentin Tarantino yönetmenliğini o kadar güzel sergilemiş ki...

    Tokyo'da karlar üzerinde yapılan bir dövüşte latin müziği kullanmak pek akla gelecek bir fikir değil. (Müzik dedik... Yönetmen önceki filmlerinde de eski ama kendi sevdiği parçaları kullanıyordu. Fakat Kill Bill'de müziği de klişe olanlardan seçmiş. Özellikle filmin son yarım saatinde çalan müziğe dikkat edin.)

    Öykünün anlatımı da tabii ki düz değil. Bir çok flashback, bir çok detay var. Bölümler halinde anlatılmış olması da filme ayrı bir lezzet katmış. Zaman zaman dış sesle de anlatım desteklenmiş.

    Kill Bill bilinçli olarak içerdiği onca klişeye, absürdlüğe rağmen kesinlikle bir komedi filmi değil. Filmin güzelliği de bu noktada ortaya çıkıyor zaten. Komedi değil ama kendini de ciddiye almıyor. Sadece eğlendiriyor. Zaten en iyisi, ikinci bölüm gösterime girene kadar filmi sinemada defalarca izlemek, sonra da dvd'sini alıp sömürmek. Tarantino da bunu istiyor zaten.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top