Komedi İle Trajedi Arasında: <b>Schmidt</b>
Yazar: Nur ÖzgenalpSchmidt Hakkında; Amerikan rüyasını oluştururken, kitle kültürünün ve onun ürettiği filmlerin yarattığı gerçeklik'in efsaneden başka bir şey olmadığını ve her şeyin yalan olduğunu söylemeye cesaret ediyor. Olgun yaşın anlayışı değil, içsel karmaşaları getirdiğini söylüyor. Kelimenin tam anlamıyla iyi kotarılmış bir film olan Schmidt Hakkında bir yenilgi efsanesi anlatıyor ve hem acı, hem de tatlı bir sona ulaşıyor. Bir yandan da seyirciyi; özellikle de Amerikalıları yaşadıkları hayat yüzünden birazcık azarlıyor.
Trajediyle dengede durmaya çalışan bir komedi filmi olan Schmidt Hakkında; günümüz Amerikan hayatını, sıradan bir adamın hayatının köklerine inerek beyazperdeye taşıyor. Atılgan ve gerçekçi tavrıyla; çıktığı yükseklerden düşerken aklından geçenleri safça dile getiren bir adamın öyküsünü başarıyla sunmayı becerdiği için, yönetmen Alexander Payne günümüz sinemasında sosyal hicivi işleyen yetenekli yönetmenlerden biri olarak yerini alıyor.
Film başladığında, 66 yaşındaki Warren Schmidt karton paketlerle çevrili masasında oturmuş iş hayatının son beş dakikasının geçmesini bekliyor. Sigorta şirketinde onca yıl çalıştıktan sonra emekli olacaktır ve yanındaki kutular gibi çöpü boylayacaktır. Emeklilik partisinde; bir arkadaşı, çok çalışıp ailesinin geçimini sağlayabilen bir adamın hayatına dönüp baktığında mutluluk duyacağını söylediğinde Schmidt tereddüt eder. İçindeki bu şüpheyle; doğruca bara gider ve yapayalnız içmeye başlar. Hayatının son demlerini yaşayan bu adamın gidebileceği bir yer yoktur. Temiz, sade, sıradan ve kimsenin ilgisini çekmeyecek bu adamı; Jack Nicholson'ın canlandırması da filmin en eğlenceli taraflarından biri.
Emekli Warren, daha emeklilik hayatına alışamadan karısı Helen'ı da kaybedince ortalıkta ne yapacağına bilemeden dolaşmaya başlar. Warren gibi; bu rahat ve biraz da eski püskü dünyanın diğer sakinlerinin de kabusları, onları rahatsız eden canavarları vardır ama onlar da, Warren gibi hayalkırıklıklarını ve acılarını içlerine atmayı tercih ederler. Sürülerinden ayrılamayan bu insanlar hayattan çok şey beklemezler ve günlerinin sonunda ellerinde kalanlar için teşekkür duası ederler. Senaryo, orta sınıf Amerikalıların hayatını başarıyla sunuyor. Bir karakter ölen arkadaşlarının ardından kızgınlığını etkili bir şekilde sunmaya çalışıyor ve: "O iyiydi, iyi bir kadındı." demekle yetiniyor sadece.
İhtiyaçlarıyla özenle ilgilenen karısını kaybedince; Warren kendi kendini besleyemeyen, kendi dağıttıklarını toplayamayan koca bir bebeğe dönüşüyor. Hiçbir zaman akıl edemeyeceği kadar fazla zamanla baş başa kalınca; hayatta bir fark yarattığını hissetmeye ihtiyacı olduğunu anlıyor.
Bir televizyon reklamında gördüğü yardım kuruluşu aracılığıyla manevi evlat edindiği Tanzanyalı küçük Ndugu'ya; hayatını basit, samimi bir dille yazmaya başlıyor. "Sevgili Ndugu" diye başlayan mektuplar; Warren'ın yaşadığı korkuları, rahatsızlıkları ve çelişkileri açığa çıkarırken seyirci de anlatılanları izliyor ama sözle görüntü arasındaki tezatlıklar seyirciyi acı kahkahalara taşıyor.
Hayatındaki boşluğu doldurmaya çalışırken kızının hiç istemediği tipte bir aileye gelin gitmesi onu iyice rahatsız ediyor ve bunu engellemek için yollara düşüyor. Kızı için yollara düşüyor gözükse de, aslında; Warren kendini arıyor ve film bir yol filmine dönüşmeye başlıyor. Kendi çocukluğunun geçtiği kente gidiyor. Oradan da hayatının kronolojik yolundan fiziksel olarak tekrar geçiyor. Ndugu'ya mektup yazmaya devam ediyor ve küçük çocuğu kendi hayatının anlamını ararken yoldaş ediniyor. Altı yaşında, onu hiç tanımayan, kıtalarca uzaktaki bu çocuğa; onun belki de hiç anlamayacağı hayalkırıklıklarını anlatmaya çalışıyor.
Warren güvenilmez bir anlatıcı değil, Ndugu'ya yazdıklarının hiçbirini bilinçli yazmıyor. Komik derecede bilinçsizce; kendisini kandırarak-hatta uyutarak demek daha doğru-içini döküyor. Artık gerçekle yalanı birbirinden ayıramıyor. Pek de Amerikan bir fantezi olarak; yolculuğun sonunun aydınlanmaya varacağını düşünenler yanılıyor; yönetmen böyle duygusal bir sona izin vermiyor. Warren'ın bütün karşı çıkmalarına rağmen; geleneksel motifleriyle düğün dernek oluyor. Hayat ne kadar değişir gözükse de; aslında o kadar aynı kalıyor.
Schmidt Hakkında'yı; daha önceden 1996'da Citizen Ruth ve 1999'da Election'ı çeken Alexander Payne yönetmiş; ve daha önceki filmlerinde olduğu gibi Jim Taylor'la birlikte yazmış. Filmin öyküsü Louis Begley'in kitabına dayanıyor. Payne ve ekibi; Amerikan hayatının iki yüzünü de ortaya koyan filmin, dramatik noktalara ulaşırken ucuz komedi durumuna düşmesini başarıyla engellemiş. Bir yandan katı, gelenek ve göreneklere uygun işleyen kurumları hicivli bir şekilde ele alırken, bir yandan da bu kurumların asıl değerlerini saygıyla karşılayan bir tavır ortaya koyuyor.
Nükteli yazılmış ve harika oynanmış bir film Schmidt. Gerçek bir karaktere çok yakın olan ve bu yüzden mükemmel özelliklere sahip olmayan Warren'ı, yaramazlıklarıyla ve provokatif kaşlarıyla tanıdığımız Jack Nicholson canlandırıyor. 44 yıllık sinema hayatında kılıktan kılığa giren Nicholson'ın herhalde en şaşırtıcı ve etkileyici karakterlerinden biri Warren Schmidt. Daha önceki birçok rolünün aksine düşük omuzlarıyla, aşağı sarkmış yüzüyle, 66 yaşında, hayatının sonuna gelmiş, bezgin ve hayatının boşluğuyla ezilen bir adamın anatomisini üzerine giyen Nicholson, tabii ki yine çok başarılı. Bu filmde asiliğin, patlamaların yerini; insan hayatına dair kederle yoğrulmuş bir yorum alıyor. Hem çok komik, hem de bu kadar umutsuzluk dolu bir rolü doğallıkla ele alabilen Nicholson'ın bu kadar çok Oscar kazanmasına şaşmamak gerekir.
Seyirci filmi izlerken çoğunlukla Warren karakterine yoğunlaşıyor. Tabii bu diğer yan karakterlerin önemsiz olduğu, ya da kötü oynandığı anlamına gelmiyor. Tüm ekip başarılı bir film ortaya koymak için ele ele vermiş. Asabi, git-gel'lerle dolu biricik kızı Jeannie'yi canlandıran Hope Davis'ten tutun da, müstakbel kayınvalide olarak ortalıkta gürbüz vücuduyla salınan, Warren'ı alt-üst ve sinir eden Roberta rolündeki Kathy Bates'e kadar tüm kadro çok başarılı. Schmidt'in kabusu haline gelen, damat adayı Randall'a da değinmeden geçmemeli. Tepesi iyice açılmaya başlamasına rağmen incelen saçlarını uzatıp, at kuyruğu yapan; su yatağı satarak hayatını kazanan Randall'ı da Dermot Mulroney başarıyla canlandırıyor.
Bazı eleştirmenler Yönetmen Alexander Payne'i, karakterlerini küçümsemekle suçluyor; belki de onları aslında rahatsız eden şey Warren'ın dünyasının gerçek dünyaya çok yakın olması. Payne, bir çok kere, nazikçe karakterlerini komik durumlarda bıraksa da; onlara ihanet etmiyor. Örneğin Randall çok komik ve sinir bozucu bir karakter olmasına rağmen Jeannie'yi hiçbir çıkar gözetmeden seviyor.
Komediyle trajedi, umutla umutsuzluk arasında gidip gelen Schmidt Hakkında, çoğunlukla Amerikan toplumunun yaşayış biçimine ve Amerikan rüyasına saldırıyor gözükse de; her seyirci bu filmde kendi hayatından parçalar bulabilir.
Ne de olsa; Amerika'nın dünyaya kendi rüyasını yaymaya çalıştığı bu dönemde izlenen politikaların nasıl toplumlar yarattığı ortada. Bu topraklar Amerika olmasa da; izlediği yol gereği bu toprakların insanları da, bir gün kendini ve hayatını tükettiğini fark ettikten sonra bu dünyada birşeyleri değiştirmek için umutsuzca çabalayan Schmidtlere dönüşebilirler.