Hesabım
    Retour à Séoul
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Retour à Séoul

    Köklerin peşinde, kültürel çatışmalar…

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Pek çok filmin yapımcılığını üstlendikten sonra, 2016’daki ilk uzun metraj filmi Diamond Island'a imza atan Kamboçya asıllı Fransız yönetmen Davy Chou, ikinci uzun metrajlı filmi Retour à Séoul ile geçtiğimiz sene Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde ışıkları kendisine çekmeyi ve övgüleri toplamayı başarmıştı. Cort D’azur sahillerinden eli boş çıksa da, Asia Pacific Screen Awards ödüllerinde yönetmen Chou ve başrol oyuncusu Park Ji-min’e ödül getiren Seul’a Dönüş (2022) ülkemizde vizyon fırsatı bulamadan festivallerin dijital platformu MUBI’de bu cuma (07.07.2023) itibariyle seyircisiyle buluşmak üzere yayına girdi. 

    Cannes’daki dünya prömiyeri sonrası hem eleştirmenlerin hem seyircilerin övgüsüne mazhar olan film, henüz 25 yaşındaki Freddie’yi merkezine alan, ilginç de bir hesaplaşma akışına sahip olan bir yapım. Aslında Güney Koreli olan Freddie, bundan 25 sene önce biyolojik annesi ve babası tarafından (zamanın imkansızlıklarından ötürü) ülkenin, bizdeki Çocuk Esirgeme Kurumu’nun karşılığı olan Hommond kurumuna bırakılır. Kısa süre içerisinde Fransız bir çift bu bebeği evlat edinir ve beraber Fransa’ya dönerler. Adını Freddie koydukları bu kız bebek 25 yaşına kadar özgür, iyi eğitimli, donanımlı bir Fransız genç kız olarak yetişir. Fakat bir gün yolu, sürpriz (?!) biçimde Seul’e düşen Fransız Freddie, Güney Koreli kökenlerini araştırdıkça ve geçmişiyle karşılaştıkça yaşamını, kimliğini de yeniden keşfedecektir? Yoksa etmeyecek midir? 

    Güney Kore sinemasında karşımıza ilk kez çıkan isimlerden olan genç ve yetenekli Park Ji-min’i başrol Freddie’ye taşıyan film, senaryo omurgasını ‘memleketine’ uzun yıllar sonra dönen genç kadının yaşadığı kültür ve duygu karmaşasına yaslıyor gibi görünüyor başlangıçta. Zira filmin ilk bölümünde Freddie’nin biyolojik babası ve onun şu anki ailesiyle olan ilişkisi üzerinden yeniden açılan defterler, hatta karşı taraftan dayatılan bir aidiyet mücadelesi izliyoruz. Bu noktalarda yönetmen ve senarist Davy Chou, Güney Kore’yi ailenin ön plana çıktığı geleneksel doğu değerleri, Fransa’yı ise Freddie’nin üzerinden bireyselliğin baskın geldiği ‘modern’ batı değerleri cephesinden özellikle kurguluyor. Neredeyse siyah beyaz kadar farklı bir düzlem çizilen ilk yarının ardından, sürprizli bir twist ve beklenmedik bir hamle ile bu keskinlik daha gri bir alana evriliyor. Bu noktadan ilerisi fazlasıyla sürprizbozan/spoiler içeriğine gireceği için eleştirilerimizi filmin konusu kapsamına çıkartırsak, başta seyirci bu hamleyi yadırgasa ve film başka bir yere evrildi hissiyatına kapılsa da, Chou Freddie’ye çizdiği final ile başlangıçta açtığı çemberi kapatmayı bir şekilde başarıyor. Bu bağlamda Freddie’ye ve başrol oyuncusu Park Ji-min’e fazlasıyla yüklenen senaryo, bu genç kadının yıllar içerisinde değişen duygularına ortak olmamız için bize de bir alan bırakıyor. 

    Bu bağlamda, ilk uzun metrajlı, hatta ilk başrol filminde Park Ji-min’in muazzam bir oyunculuk başarısı yakaladığını ifade etmek gerek. “Ama ben Fransızım!” tepkisinin has Koreli gözlerine oturuşundan tutun da sessiz tepkilerine kadar mimiklerini kullanmayı oldukça iyi başarıyor. Bu oyuncu başarısında yönetmenliğin de etkisi elbetteki mevcut. Teknik anlamda özellikle ikinci yarısından itibaren stilize bir iş koyuyor Chou ortaya; 20’lerinin sonuna gelen Freddie’nin dünyasının pasparlak anlatmayı seçerken, bir bakıyorsunuz ki karakterin ruh durumuna uygun dingin bir atmosfere geçivermiş. Bu noktada müzik kullanımı da film boyunca önemli bir kıstas olarak kulaklarımıza çalınıyor. Gerek Güney Kore kültürüne has müziklerin oluşturduğu ortam gerek Freddie’nin aslında genetik olarak miras aldığı ama altı hiç çizilmeyen piyano çalması gibi detaylar senaryo akışını anlatım bütünlüğü açısından da destekliyor. 

    Uzun lafın kısası, yapımcılık koltuğundan gelse de henüz ikinci uzun metraj yönetmenlik deneyimi ile Cannes’nın bu gibi keşiflere alan açan Belirli Bir Bakış bölümüne seçilmeyi başarmış bir sinemacının imzasını taşıyor, Seul’e Dönüş. Bizim topraklarda sıklıkla işlenen şehir ile taşra arasında geçişlerin, yarım kalmış bir aile hikayesi üzerinden doğu-batı eksenli olarak okunması da diyebiliriz bu film için. Festivallerin Uzakdoğu sineması meraklıları ve özellikle Güney Kore cephesinden yeni bir şeyler keşfetmek isteyenler için bugünden itibaren MUBİ’de yayında…   

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top