Hesabım
    Kraliçe Lear
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Kraliçe Lear

    “Kek ve Çay Yapmayı Reddetmek”

    Yazar: Başak Bıçak

    Aslına bakarsanız, Kraliçe Lear’la ilgili daha farklı bir yazı yazmayı düşünüyordum. Hatta Adana Film Festivali’nde filmi izledikten sonra fikrini, biraz da kadınlarla ilgili olduğu için, çok sevmeme rağmen, 2005 yılında benzer bir kadroyla çekilmiş bir belgeselin yeniden neden çekildiğini sorgulamış ve itiraf etmeliyim ki manasız bulmuştum.

    Ancak aradan geçen zaman içerisinde düşündükçe, filme olan yaklaşımım değişti ve bu yazının başına oturmadan önce kendime şunu sorduğumu fark ettim: Sinemada (nitelikli) kadın hikâyeleri bu denli azken, ülke sinemasında böyle “umut” aşılayan işler neredeyse yokken, toplumsal normların, kadın-erkek arasındaki eşitsizliklerin her gün daha fazla gözümüze sokulduğu bir süreçte Pelin Esmer, kentliden köylüye, birçok kadına bambaşka bir hayat vaat ettiği bir hikâyeyi yeniden çekse, tekrar anlatsa ne olur? Elbette hiçbir şey olmaz; bilakis 2005’te çektiği Oyun’u izlememiş seyirciler için yepyeni bir ümide dönüşür; Mersin’e bağlı Arslanköy’lü kadınların bu mücadelesi, belki şehir sinemalarında onları izleyecek kadınlar için dahi bir ışık olur.

    Kentli, kasabalı, köylü, beyaz yakalı, çalışan ya da çalışmayan, eğitimli veyahut eğitimsiz… Türkiye’de yaşayan kadınlar için biçilen rolün “erkeğine çay ve kek yapmaktan ibaret” olduğu modern çağlarda, okuma yazma bilmeyen, okula dahi gönderilmeye tenezzül edilmemiş; çünkü okuması, eğitilmesi, öğrenmesi, farkında olması, karşı çıkması ya da ayak diremesi istenmemiş kadınların, tüm engellerin üstesinden gelerek çalıştığını düşünün… Hem de bu çalışmak, bildiğiniz bir çalışma hali değil. Düpedüz, çoğu köyde gâvur icadı olarak karşılanacak sanatla, tiyatroyla uğraşıyorlar. Hem de bununla yetinmeyip, üstüne üstlük kendileri gibi ezilen, hor görülen, insandan dahi sayılmayan, yegane misyonu tarlalarda çalıştırılıp, çocuk yapmak olan kadınları bilinçlendirmeye, kendileri gibi tiyatro yapmaya teşvik ediyorlar. Hem de bu “çağda”…

    İşte Kraliçe Lear, Arslanköylü, tiyatroya gönül vermiş bu beş kadının, 14 yıl boyunca yaşadıkları değişimi, kazandıkları özgüveni, el ettikleri tecrübelerini ve herkese, her şeye karşı ayakta durma mücadelelerini, yine kendileri gibi olan kadınlara aktarma çabalarını anlatıyor. Daha önce çektiği kadın hikâyeleriyle de gönlümüzü fetheden Pelin Esmer’le birlikte beş kadının, Toroslar boyunca, köy köy gezerek hem oyunlarını sergilemesini, hem de köylü kadınlara “Biz de sizin gibiydik, utanıyorduk, yapamayız diyorduk ama şimdi bakın ne hale geldik, neler öğrendik, nelerin üstesinden geldik” demesini anlatıyor. Elbette karşılaştıkları, tıpkı kendilerinin ilk verdikleri tepkiler gibi oluyor ama yılmadan kendilerini ve tiyatro sevgilerini yaymaya çalışıyorlar.

    Düşünün ki William Shakespeare, en önemli trajedilerinden biri olan Kral Lear isimli eserini bundan yaklaşık dört yüz yıl önce yazmış. Ve o eser, yüzyıllar sonra Torosların dağ köyündeki kadınlar için Kraliçe Lear’a dönüşüyor ve kendilerinin farkına varmaları için bir yol, bir ışık oluyor; hepimize, hatta kentte yaşayıp o kadınların hikâyelerini izleyecek kadınlara dahi evrensel bir mesaj veriyor. “İsterseniz, her şey olur; yeter ki gerçekten yapmayı hayal edin.”

    Genelde kariyeriyle bir yerlere gelmiş, büyük başarılar elde etmiş, üst düzey mevkilere yükselmiş kadınların öyküsü örnek gibi algılanır; salt başarı oymuş gibi kabul edilir. Kraliçe Lear, işte bu algıyı yıkıyor ve başarının, sadece yüksek mevki ya da yüksek maaştan ibaret olmadığını, bir insanın, kendisinin farkına varmasının en büyük tekâmül olduğunu bize öğretiyor. Bu sebeple, bırakalım da Pelin Esmer, aynı hikâyeyi yeniden çeksin. Kentli, kasabalı, köylü, tüm kadınlara umut olsun. Sanatın iyileştiriciliğini hepimize yeniden hatırlatsın…

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top