Hesabım
    Güzelliğin Portresi
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Güzelliğin Portresi

    Güzel ve acılı!

    Yazar: Banu Bozdemir

    Umur Turagay her ne kadar arada İkimizin Yerine isimli bir film çektiyse de, damaklarımızda hala Karışık Pizza’nın tadı durur, duruyor. Son filmi Güzelliğin Portresi ile ilgili söylenecek ilk şey; sinemamızı esir alan ve fazlaca tüketilen üç harflilerden uzak bir hikaye sunması... Hatta psikolojik gerilim bile diyebiliriz. Filmi izlerken hikayesini özgün sanıp iyice umutlanmıştım ama jeneriğin sonunda esinlenme deyince, biraz şevkim kırılsa da Umur Turagay yine iyi bir iş çıkarmış diyebiliriz.

    Hikaye büyük bir gizemle başlıyor ve taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Filmin artısı neredeyse hiç doğaüstü bir güç kullanmadan hikayesini oluşturması ve sürdürmesi. Belki biraz daha kısa tutulabilirdi ama filmin temposunda bir sıkıntı yok. Film fazlaca ters köşe barındırdığı için seyirci de kafasında sürekli bir gidişat tutturuyor.  Ve seyirciye çözümü çok da kolay olmayan bir akış sunuyor.

    Yıllarca görüşmediği babasının ölüm haberiyle birlikte babasının yaşadığı gizemli köşke kızı ve kocasıyla geri dönen Nisan’ın (Burçin Terzioğlu), bir yandan geçmişle yaşadığı hesaplaşmalar anlatılırken, bir yandan da günümüzdeki olaylar hız kazanıyor. Nisan'ın babası çok ünlü bir ressam ve resimlerinde acı çeken, işkence gören kadınlara yer veriyor. Babası bu duyarlı hali yüzünden toplum tarafından seviliyor. Ama Nisan’ın babasıyla olan sorunlu ilişkisi, çok genç yaşta evden kaçması, aslında arka planda başka dertlerin olduğunu gösteriyor ve film de zaten bunun peşinde! Köşkün bir labirent gibi kullanımı, çocuk oyuncunun başarılı yönetimi ve karakterinin hikayenin içine başarıyla oturtulması, Nisan’ın değişen ruh haliyle birlikte yaşadıklarını anlatan özel ve görsel efektlerin yansıtılmasının yeterince başarılı olduğunu söylemek mümkün. Birkaç ufak pürüz dışında hikayenin inandırıcılık ve mantık sorunu da yok. Aslında bir intikam hikayesi ama Nisan bile o kadarını tahmin edemiyor. Ve kendisine kurulan tuzağın içine düşüveriyor. Başta da belirttiğim gibi dinden ve dinin uzantısı olan hiçbir şeyden ilham almıyor film. Aksine tabloların arasında, onların tuvale dokunmuş acıları arasında, gerçeğe dönüşmeyi bekleyen bir hikaye sunuyor.

    Gelelim filmin sarkan kısımlarına… İlki; halüsinasyon ilaçları sonucunda gerçekliğini yitiren Nisan’ın ani bir aydınlanmayla sorunu çözmesi biraz sakil duruyor. Bir de bıçağın oyuncak bıçak çıkması. Polis memurunu oynayan polis Oktay’ın sorunlu ve lakayt olması. Karakterde çok fazla bir sorun yok ama Serkan Keskin’in neredeyse her rolde alaycı biri olarak karşımıza çıkması, inandırıcılık sorunu yaratıyor. Kendisi iyi bir oyuncu ama çoğu yerde benzer bir ruh haliyle karşımıza çıkıyor. Filmde o da ters köşe karakterlerden. Başkası oynasa daha iyi olurmuş demeden edemedim. Birkan Sokullu da dizilerden sinemaya geçiş yapan oyunculardan. Filmde popülaritesi için tercih edilmiş denebilir ama onun da performansı gayet iyi. Zaten filmin oyuncu yönetimi gayet iyi. Filmden birçok kişi memnun ayrılacaktır.

    Aslında fazlaca tüketilen korku sineması bu tarz gerilimli öykülerle biraz daha dengede tutulabilir ve seyirci tekrar başarılı öykü ve tempoyla geri çağrılabilir.

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top