Hesabım
    Sibel
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Sibel

    Kafalarımızda kurulan tuzaklar…

    Yazar: Banu Bozdemir

    İlk kez 25. Uluslararası Adana Film Festivali’nde izlediğimiz, Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti’nin yönettiği Sibel genel olarak beğendiğim bir film oldu. Ama yine de Sibel’i canlandıran Damla Sönmez’in müthiş performansı yüzünden mi yoksa filmin dinamik kamera kullanımının filmin dilini de etkilediğinden mi beğendim onu hala kestiremedim. Film hırslı, gözü kara, dilsiz ve kendini ifade etmek isteyen bir Karadeniz kızının kendisiyle ve yöre halkıyla hesaplaşmasından oluşuyor. Sibel’in küçükken bir hastalıktan dolayı  dilsiz kalması bir uğursuzluk alameti köylü için ve genel bir nefret söz konusu. Bu nefret çemberine küçük kız kardeşi de dahil.  Anneleri olmayan, babaları köyün muhtarı olan iki kız kardeş adeta iki ayrı kutupta takılıyor. Sibel’in tek dayanağı, tek çıkış noktası artık pek kimsenin kullanmadığı geleneksel ıslık dili. Tüm hıncını, sinirini, dışlanmışlığını onunla haykırıyor Karadeniz doğasına, insanına, kendinden uzakta duran her şeye…

    Tüfeğini kuşanıp kendisini ormanın derinliklerindeki kulübede sağıltan, üzerine kusulan toplu nefreti vahşi doğanın kollarında daha da yalnızlaşarak üzerinden atmaya çalışan bir genç kız Sibel. Kaderi olan bu köyde sadece bir çıkış yolu var o da ortalarda konuşulan, herkesin peşinde olup, öldürmek istediği kocaman bir kurt. Burada film Kırmızı Başlıklı Kız hikayesine de öykünüyor bir yandan. Köyden uzaklaşmış, dışlanmış yaşlı kadının hikayesi için de öldürmek, onu sıkışıp kaldığı kurt hikayesinden ya da kurdun karnından çıkarıp almak istiyor genç kız. Kendisi içinde bir başarı, bir kabul görme hikayesi yaratmak istiyor, kabulünün ancak bu şekilde olacağına inanıyor.

    Köylünün sert, özdeşlik kurmayan tavırları karşısında zaman zaman afalladım ve yurt dışında yaşayan iki yönetmenin bu durumu abarttıklarını düşündüm açıkçası. Bir kız dilsiz hele de annesizse daha da koruma altına alınır, herkesin üzerine çöreklendiği bir aciz kıvamında yansıtılmasını pek gerçekçi bulamadım ama yine de yönetmenlerin ısrarcı tavırlarıyla bu tarz bir dışlanma yaratmak istedikleri çok bariz!

    Filmin ikinci kısmı daha politik bir şekilde karşımıza çıkıyor. Sibel’in dağda saklanan Ali’yle karşılaşması kendi içindeki ve köydeki dengeleri tümüyle bozuyor. Asker kaçağı, terörist ya da militan olarak ortaya karışık sunulan karakter Sibel’e özgürlüğünü sunan biri gibi de anılabilir, onu yaralayıp daha hırçınlaştıran bir gönül hırsızı kurt olarak da… Ama her şekilde muğlak! Sonuçta kurt (Ali) yaralı bir şekilde de olsa kaçmayı başarıyor. Ortada dolanan kemiklerin ise köyü, dağı davetsiz bir şekilde ziyaret eden adama ait olduğu kanısı uyanıyor ki; burada hikayenin bütününe uymayan, biraz sokuşturulmak istenen bir yan hikaye algısı ortaya çıkıyor. Yani bir kızın çetrefilli hayatına sokulmak istenen kurt/ insan imajı zihinlerde kurulan bir tuzak olarak da kalabilirdi, hatta öyle de…  Sibel’in savaşımı daha çok insanların kafalarının içinde sakladıkları kurtlarla!

    Onun dışında filmin aktüel kamera algısına abanması, adeta Sibel’in gözü gibi davranması, ona yakın ve takipte olması; onun tüm agresifliğini kuşanması, genel duyguyu toparlamak açısından gayet iyi duruyor, o yanını sevdim. Şive sorununa takılmadım!

    Filmin önemli yanı konuşamadan, ıslık diliyle, beden diliyle kendisini anlatan ve her şeye rağmen çıkış noktası yaratmaya çalışan bir kızın hikayesi. Kafalarda kurulan namus tuzaklarını elleriyle yıkmaya çalışan ve nispeten başarılı olan bir Sibel. Ama filmin çözümsüz bıraktığı, sert baktığı ve politize etmek adına dağıttığı yerler de yok değil! Damla Sönmez filmi sırtlayıp götürüyor, kesinlikle filmin en büyük artısı!

    twitter.com/banubozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top