Bir Sinemacı Gördüm, İnsanlığı Anlatan…
Yazar: Ali ErcivanRoy Andersson, filmlerinden tek bir kare gördüğünüz anda imzasını tanıyacağınız yönetmenlerden… Hemen hepsi stüdyoda yaratılan plan-sekans dünyalarda, resim geleneğinden beslenen sıradışı bir görsellikle, hem sahici hem değil, hem trajik hem absürt ama en nihayetinde insanlık hallerine dair, varoluşa dair öyküler anlatır İsveçli sinemacı. Geçtiğimiz sene Venedik Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ödülüyle dönmesini sağlayan son eseri Sonsuzluk Üzerine (Om det oändliga) de tam olarak aşina olduğumuz sinemasının bir devamı.
Andersson bu kez Binbir Gece Masalları’ndan ve Şehrazad’ın anlatıcılığından etkilenerek yola çıkmış. Gökyüzünden insanları seyreden bir kadının sesiyle izlediklerimiz tekrarlanıyor bize film boyunca. Ama bu bir tekrar etkisi yaratmak yerine, gündelik veya absürt olana, aşkın bir anlam yüklüyor. İnancını yitiren bir rahip, yağmur altında kızının ayakkabısını bağlamaya çalışan bir baba, savaştan harap olmuş bir şehrin üzerinde uçan bir çift, esir kampına doğru ilerleyen yenik düşmüş bir bölük asker… Birbirinden tamamen kopuk gözüken bütün bu karakterler ve öykücükler, 78 dakikalık bu filmde biraraya gelince seyircisine bir insanlık portresi sunuyor.
Yaşayanlar Üçlemesi ile başyapıtlarını vermiş kabul edilen bir yönetmen Roy Andersson. Dolayısıyla Sonsuzluk Üzerine’nin bir kısım seyirciye tekrar hissi vermesi olası. Fakat her biri ilgi çekici, kimi komik kimi büyülü bu sahneler / skeçler silsilesi bu.
Hani ressamlar vardır ya, hep aynı şeyi çizerler ama her seferinde o resmin en mükemmel halini ararlar tuvalde. “Auteur” sinemacı denen de budur aslında ve Andersson gibi yönetmenler de hep aynı filmin türevlerini çekseler bile, yorum veya zanaat tarafından muhakkak yeni bir şeyler sunarlar bize.
Bu kez Şehrazad-vari dış ses kullanımı yeni mesela yönetmen için… Ve daha önce hiç yapmadığı kadar yoğun görsel efekt kullanımı… Bu efekt işçiliği oldukça görünmez, daha ziyade perdede yaratmaya çalıştığı tabloları tamamlamak için kullanılmış fırça darbeleri. Ancak yönetmene yeni kapılar, olanaklar açtıklarını görmek de mümkün. Yeri gelmişken, Sonsuzluk Üzerine’nin son Avrupa Film Ödülleri’nden En İyi Görsel Efekt mükafatıyla döndüğünü de eklemiş olalım.
Andersson filmlerinde hep aşina olduğumu gibi, yüzleri ve bedenleri sanki kireç tutmuş, yaşayan ölülere benzeyen karakterleri, bize kendi ölümlülüğümüzü, yersiz yurtsuzluğumuzu, evrendeki önemsizliğimizi ve her daim hayata (nafile) bir anlam yükleme arayışımızı anlatıyor. Mizahı biraz daha geri planda, sivri dili biraz daha yumuşamış belki. Ama Hitler’in son anlarıyla bir babanın bağcık sorunsalını, onlarca askerin esarete doğru yürüyüşüyle bir bankta oturmuş bulutlara bakan bir çiftin yalınlığını aynı filmde buluşturmak eşsiz bir deneyim. Banktaki kadının, yanındaki adama “Eylül geldi bile…” deyişindeki olağanlık, zamanın akışına dair o kesinlik, aslında filmin odağındaki zamansızlık hissini de pekiştiriyor.
İkinci Kattan Şarkılar veya İnsanları İzleyen Güvercin kadar büyük bir eser olmasa ve zaten daha küçük anlarla ilgilense de… Nadir film yapan bu İsveçli ustanın gözünden insanlığa bakmak, kaçırılmaması gereken bir fırsat Sonsuzluk Üzerine.