Hesabım
    Asfaltın Kralları
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,0
    Çok İyi
    Asfaltın Kralları

    "Alırsan Ford olursun Le Mans'da Lord!"

    Yazar: Murat Tolga Şen

    Hollywood, yaşanmış olayları ilham verici hikayelere dönüştürmeye bayılıyor ve itiraf etmeliyim ki bunu her seferinde başarıyor. Bu başarının altında "gerçek olaylardan" yola çıkılarak yaratılan kurmacalardaki, gerçek olmayan ama hikayenin gidişatında baharat etkisi yaratan değiştirmelerin payı yadsınamaz. Böylelikle izlediğimiz olaylar ve karakterler, daha ideal, çekici ve görkemli hale geliyorlar ama Ferrari'nin tamamen yarış dışı kalıp Ford'un üç arabasıyla finişi gördüğü Le Mans 66 kesinlikle büyük bir macera ve meydan okumaydı!

    Orta halli ailelere ucuz ve gösterişsiz arabalar satan Amerikan otomotiv devi Ford firmasının, İtalyan Ferrari'nin domine ettiği Avrupa yarışlarına girmesi ve onlara nal toplatması hikayenin ana eksenini oluşturuyor. Filmin genel ruh hali ise, Amerikalıların "zor diye bir şey yoktur, imkansız zaman alır" şeklinde özetlenecek karakter özelliği ile tanımlanabilir. Filmin başkarakteri olan, ABD'ye yerleşmiş İngiliz otomobil yarışçısı Ken Miles için iki de bir yapılan "bozuk tankla Berlin'e kadar gitmiş adam" vurgusu da bu yüzden. Hollywood hep bunu söylüyor; bizimle uğraşırsanız boyunuzun ölçüsünü alırsınız!

    Şirketini önce Ford'a satmaya karar veren ama sonra vazgeçen Enzo Ferrari'nin de bir derse ihtiyacı var. Henry (ikinci) Ford bunun için kesenin ağzını açıyor ve muhteşem Ferrari'yi yenecek arabayı üretmesi için Carrol Shelby'i işe alıyor çünkü Shelby o zamana kadar Le Mans'ı kazanabilmiş tek Amerikalı! Pilot, 1959’da, Roy Salvadori ile beraber sürdükleri Aston Martin DBR1’la bu yarışı kazandıklarında zirveye ulaşmıştı ama sağlık sorunları sebebiyle pistlerden uzaklaşıp kendi ismini verdiği markasını geliştirmeye odaklandı. Ford'un yarış departmanının başına geçen Shelby, Le Mans'ı kazanacak efsane aracı üretirken aksi tavırlarıyla nam yapmış geçinmesi zor biri olan Ken Miles'la anlaşıyor ve olaylar gelişiyor.

    Basit ama iyi çalışan bir şemaya sahip olan senaryo bize dört erkek karakter gösteriyor. Rekabet içindeki Henry (ikinci) Ford ve Enzo Ferrari ile dayanışma halindeki Carrol Shelby ve Ken Miles... Bu karakterlerin her birinin diğerleriyle küçük ya da büyük etkileşimleri var. Düşmanlar ve müttefiklerin ince çizgilerle belirlendiği bu savaşın cephe hattı ise markaların ve pilotların hem rüyası hem de kabusu olan Le Mans yarışları.

    Ford'un Ferrari'yle, Shelby'nin Ford ve Ferrari'yle, Miles'ın ise hepsiyle yaşadığı çatışmaları film boyunca izliyoruz. Bunlar hikayeyi ilginç kılan şeyler... Gerçekte yarışlardaki nezaketiyle ünlenen Ken Miles'ın bu kadar geçimsiz biri olarak gösterilmesi de bu yüzden. Ya da aslında gösterişçi bir şekilde ordu gibi Le Mans'a katılan Ford takımının kronometresinin bile olmayışı gibi sekanslar da Amerikalıların imkansızlık içinde bile çareler üretebileceğinin simgeliyor. Matt Damon'ın filmden sonra verdiği bir röportajda belirttiği gibi, sürekli farklı kadınlarla takılmayı seven Shelby'nin özel yaşamına hiç girilmezken Ken Miles çok iyi bir aile babası gibi gösteriliyor. 89 yıllık yaşamı boyunca toplamda 7 kez evlenmiş ve 6 kez boşanmış olan Shelby, Hollywood için yaşadıklarıyla değil de yaptıklarıyla örnek olabilecek bir karakter. Film, ondan kaynaklanan boşluğu, sevgi ve sadakatle bağlı Miles ailesi ile ustaca gizliyor. Bu arada, yarış pistlerinde geçen bir macera olması itibariyle bu bir "erkek filmi". Tek bir kadın karakterle, Miles'ın karısı Mollie ile ilerleyen film onu da "herkesin korktuğu ve saygı duyduğu adamın korktuğu, saygı duyduğu ve çok sevdiği kadın" olarak hikayeye yerleştiriyor ve kadın seyirciyi mutlu ediyor. En azından hikayenin amacı bu. Miles ve oğlu arasındaki ilişki ise bu tür hikayelerde yüceltilen kutsal aile mitinin klasik reçetelerini uyguluyor.

    Ford v Ferrari, adından bile anlaşılabileceği üzere baştan sona bir Ford reklamı gibi görünse de aslında yaptığı şey tam tersi. Başlangıçtan finale tüm sekanslarda Enzo Ferrari'nin içindeki safkan yarışçıyı yüceltiyor, onu Shelby ve Miles'e, Ford'dan daha yakın gösteriyor ve sürekli olarak Ford'un kurumsal yapısına sataşıyor. Film, Ford'un patronunu son hızla giden bir yarış arabasına sokup sonrasında ağlatacak kadar da ileri gidiyor. Bu film bir şeyleri övüyorsa eğer bu Carrol Shelby, arabaları ve pistlerde pilotlar arasında gelişen dostluk olmalı. Asif Kapadia, unutulmaz belgeseli Senna'da, Alain Prost'u, Ayrton Senna'nın karşısında finale kadar bir kötü adam olarak kurgulamış ve eserini bu rekabetin odağında dramatize etmişti ama burada pilotlar birbirinin düşmanı olmaktan öte, birbirlerini en iyi anlayanlar olarak gösterilmiş. Yüzüklerin Efendisi'nin final sekansındaki gibi, yaşamayanların anlamayacağı bir deneyimin insanları onlar. Güzel seçim...

    Yazının sonuna geldiğimizde ise, görüntü ve sanat yönetmenliğini övmeye gerek duymadığım Hollywood'un yüksek teknik standartlarında üretilmiş filmde Christian Bale'in oyunculuğunun Matt Damon'ı ezdiğini düşünenlerden değilim. Bence sürekli paslaşan ve birbirini dengeleyen performanslar ortaya koymuşlar ancak Hollywood, özgül ağırlığından dolayı Matt Damon'a finalde bir kıyak geçmeyi ihmal etmemiş. Aslına bakarsanız, özenli cast çalışmasından dolayı bu filmde kötü oynayan hiç kimse yok. Henry (ikinci) Ford'u canlandıran Tracy Letts'in abartılı yorumu ise bir yönetmen tercihi gibi duruyor.

    Gösterdiği karakterlerle özdeşlik yaratmayı başarabilen ve yarış sahneleriyle soluk kesen, bunu yaparken de VFX çalışmasının hiç sırıtmadığı Ford v Ferrari, uzun süresine rağmen heyecanla izleniyor. Bu haftanın, hatta yılın en iyi filmlerinden biri. İyi seyirler...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top