Zehir ve panzehir!
Yazar: Banu BozdemirAnne Fontaine aykırı, tutkulu ve muzır aşk hikayelerine devam ediyor. Coco Chanel’den Önce, Yasak Aşk ve Aşkın Dili gibi filmlere imza atan Fontaine, yine klasik bir hikayenin modern tasvirleri peşinde. Fontaine’nin memleketlisi Catherine Braillat’ın tarzına benzeyen filmler çektiğini Aşkın Dili yazımda belirtmiştim, Braillat elbette tabu konuları harman edip normalleştirmeye çalışıyordu, Fontaine daha çok kadının arzu nesnesi haline geldiği, erkek dünyasının karşı cinse karşı bir sürüklenme yaşadığı dünyalar kurma peşinde. Pure As Snow / Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği de bu yolun yolcusu.
Film biraz da gençlik ve güzellikle, yaşlanma ve kıskançlığın çatışması olarak karşımıza çıkıyor. Yani Claire ve Maud’un. Claire, babasından kalan otelde çalışıyor, oteli işleten ise üvey anne Maud! Maud sevgilisinin Claire’a abayı yaktığını görünce onu ortadan kaldırmanın planlarını yapıyor. Ama Claire ölmüyor ve taşrada bir kasabaya sığınıyor. Genç ve güzel olan Claire, bir anda kasabalı erkeklerin gözdesi, arzu nesnesi haline geliyor. Burada vurgu yapılmak istenen bir diğer özellik de masumiyet!
Annesinin ölümüyle bir nevi hayata küsen Claire, doğanın içindeki bu küçük kasabada ve kendisine inanılmaz ilgi gösteren insanlar arasında bir nevi yeniden doğuyor, yaşamı, cinselliği keşfediyor. O yüzden önceki hayatına dönmek istemiyor, orada kendini güvenli ve özgür hissediyor. Aslında Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler hikayesinin taşra versiyonunu izliyoruz, her şey tamam ama prens eksik! Bildiğimiz, alışık olduğumuz konunun belki de yüzüncü kez başkalaştırılmış versiyonu. Filmin sıkmasa da tekrarlı bir yapısı var. Aşkın, sevginin insan ruhu ve bedenine hücum eden yapısını bir kez daha izlemek siz de nasıl bir etki yaratır bilemedim ama benim filmin çekildiği atmosferden, sisli puslu doğadan daha fazla etkilendiğim aşikar!
Burada bizi şaşırtmayan şeylerden birisi de Maud’u, yani üvey anneyi Isabelle Huppert’in oynuyor olması. Nerede gizemli kötücül ama bir o kadar da efendi ayarlarında bir kadın karakter varsa arkasından Huppert çıkıyor. O da zehirden medet uman ve rakibini yok etmek için fırsatlar kollayan kötü cadıyı bir hayli iyi canlandırıyor. Kıskançlığını ve kötü niyetini belli etmeden, bir anne şefkatiyle rakibini uyutmaya çalışıyor ve biz de yüzlerce yıllık bir hikayeyi bir kere daha izlemiş oluyoruz. Dediğim gibi filmin sevdiğim taraflarından biri bir prens yaratmaması. Birçok cüce yaratması ve kadını o şekilde var etmesi!
Sonuçta Anne Fontaine elinden çıkma modern bir masal izleyip, kadın ve erkek dünyasına ilişkin tekrarlı bir masal duymak, izlemek isteyenler tercih edebilir Masumiyetin Dayanılmaz Çekiciliği’ni! Öyle ya da böyle masallar gerçek hayatı, günümüzü ya da insanı yorumlarken kapısını çalacağımız klasikler! Fontaine’de bunu yapıyor. Bu hikayesi diğerleri yanında daha masum kalmış onu da söyleyelim!
twitter.com/banubozdemir