Yakma ve kaybolma sevdası
Yazar: Ali ErcivanŞüphe (Beoning) muğlak olanın filmi. Uyarlandığı Murakami öyküsü “Barn Burning”den taşınmış bir nitelik bu. Keskin cevaplara ulaşmayan şüphelerle yoğrulmuş, ucu açık, belirsiz. Sadece kendi entrikasına değil, hayata da dair... Filmin ilk dakikalarında, ana karakterimiz Jong-su, çocukluğundan tanıdığı bir kız, Hae-mi’ye rastlar. Aslında hemen hatırlayamaz onu, zamanla ikna olur gerçekten çocukluk arkadaşı olduklarına. Akşam beraber yemek yerler. Pandomim eğitimi alan Hae-mi, onun karşısında hayali bir portakalı soyup yer. Ne işine yarayacaktır bu? Hep somut yanıtlar arayan Jong-su’nun sorusu bu olur. Hae-mi ise dünyayla ilişkisini bambaşka bir yerden tarif eder. “Portakalın elimde olduğuna inanmaya çalışma. Yapman gereken, portakalın elimde olmadığını unutmak.” Hae-mi’nin çocukken evlerinin yakınındaki bir kuyuya düştüğüne, onu Jong-su’nun kurtardığına dair hikayesini de hatırlayamaz genç adam. Sorduğu insanlardan da farklı farklı yanıtlar alır, gerçeği bir türlü teyit edemez. Evinde bir kedisi vardır kızın ama kutu gibi evin içinde kedinin sesini bile duymaz Jong-su. Hae-mi tatile çıktığında, varlığından bile emin olmadığı bu kediye düzenli olarak mama vermeye gider. Hae-mi kimdir? Hesapsız kitapsız, sadece olduğu gibi davranan bir genç kız mı? Yoksa taşıdığı sırlar mı tanımlar onu? Yazar olmak isteyen, Faulkner hayranı kahramanımızın ilgisini en çok bu belirsizliklere cevap arayışı çeker belki de... Kafasında hep sorular. Ve cevap aramaktan hiç vazgeçmez.
Şüphe bir açlık filmi. Hae-mi çıktığı Afrika gezisinden, sadece esrarengiz bir yeni arkadaşla değil, aynı zamanda orada öğrendiği kültürel adetlere dair hikayelerle döner. Jong-su aralarında romantik bir yakınlaşma var sanırken, genç kız koluna zengin bir adam takmış, sürekli onunla vakit geçirmektedir. İyi bir semtte oturan Ben adlı bu adam, hepten kapalı kutudur. Jong-su ve Hae-mi’yi kendi arkadaş grubunun bir araya geldiği davetlere çağırır. Genç kız, Afrika’da öğrendikleri bir ritüeli, insanın açlığına dair bir dans gösterisini, oradaki herkesin önünde sergilemekten çekinmez. Küçük açlık ve büyük açlık... Şüphesiz ki büyük dertlerin simgesi. Jong-su onun kendini küçük düşürdüğü, bu insanların onlara alaycı gözlerle ve tepeden baktığı kanısındadır. Ben’e de aynı şüpheyle bakıyordur. Ama Hae-mi bu endişelerden sıyrılmış biri izlenimi uyandırır. Hiç iz bırakmadan yok olma isteğinden bahseder. Ve bir gün öyle de olur... Hae-mi ortadan kaybolur.
Şüphe bir yazar filmi. Henüz kendi dilini ve nasıl öyküler anlatmak istediğini bulamamış, arayış sürecinde bir yazarın öyküsünü anlatıyor. Fakat hepsi bu değil. Faulkner’in “Barn Burning” öyküsünden esinlenerek Murakami aynı isimli bir öykü yazmış. 1983-90 yılları arasında yazdığı öyküleri derleyen “The Elephant Vanishes” kitabında ilk kez yayınlanmış. Güney Koreli sinemacı Lee Chang-dong, bu öyküyü sinemanın araçlarıyla yeniden yorumlamış. Meselenin özüne sadık kalarak ama öyküden kimi kilit noktalarda ayrılan, bazı büyük adımları özgürce atan, Murakami’nin kurduğu dünyayı genişleten bir uyarlama çıkmış ortaya. Ülkenin sosyoekonomik durumu da önemli bir etken haline gelmiş.
Şüphe bir Kore filmi. Ben ve Jong-su arasındaki sınıfsal ayrım, öykünün gidişatını ve tansiyonunu doğrudan etkiliyor. Jong-su’nun çocukluğunun geçtiği baba evi, Kuzey Kore sınırına çok yakın ve sınırın öte tarafından megafonla yapılan düzenli anonslar Güney Kore’deki bu bölgeden sürekli duyulabiliyor. Araf hissiyatını besliyor bu detay. Ben ve Hae-mi bir gün çatkapı Jong-su’nun ziyaretine buraya geldiklerinde, çekimleri bir aya yakın sürede tamamlanmış bir günbatımı sahnesi izliyoruz. Her bir planı güneş batmadan önce aynı kızıllığın oluştuğu o dakikalarda çekilmiş, dolayısıyla 28 günde tamamlanmış, dinginliği ve belirsizliğiyle filmin ruhunu yansıtan, aynı zamanda öykünün kilit noktası bir bilginin bizle paylaşıldığı sahne bu. Faulkner ve Murakami’nin öykülerine ismini veren ahır yerine, bu kez terk edilmiş seraları yakmaktan zevk alan bir adamı tanıyoruz. Hae-mi kaybolduğunda Jong-su’nun şüphelerinin Ben üzerinde yoğunlaşmasının sebebi aynı zamanda bu sahne. Fakat yine filmdeki diğer birçok şey gibi, gerçekliğinden emin olamadığımız, muğlak bir bilgi.
Lee Chang-dong Şüphe ile Murakami’nin öyküsünü açarken, bu yakma arzusunu filmin odağı olmaktan çıkartıyor. Hae-mi’nin kayboluşu üzerinden kurduğu polisiye entrikanın kilit noktalarından biri işlevini yüklüyor. Ve öykünün ucu açıklığını da fazlasıyla somut, sert bir finalle kapatıyor. Bu finali, nihayet yazarlığının malzemesini bulmuş Jong-su’nun kurmacası, ilk öyküsü, aslında gerçekleşmemiş arzusu olarak okumak mümkün. Ben’in “Hae-mi nerede? Hani seninleydi?” sorularının bizlerde bıraktığı şüpheyi, aslında yazarın da o şüpheden kurtulamadığına yorabiliriz ayrıca. Jong-su’nun yazınını yine o belirsizlikler, şüpheler, yanıp yanmadığını çözemediği bir sera ya da Hae-mi’nin kuyu hatırasına ispat bulma arayışı tanımlayacak belki. Şüphe’yi böylesine güçlü bir film yapan, seyircinin kafasında da genişlemeye devam edecek olması, seyircinin yorumuna alan bırakması. Zihnimize yerleştirdiği ama cevaplamadığı sorular. Belki bu yüzden, naçizane, Lee Chang-dong’un sert finalini ben bu anlatıya -en azından ton olarak- yakıştıramıyorum. Fakat elbette, o finalin bile farklı yorumlara olanak tanıdığını gözardı etmiyorum.
Twitter: aliercivan