Çocukluktan kalan hayatlar!
Yazar: Banu BozdemirIşıltılı hayatların, sahne önünde olmanın getirdiği yükümlülüğün, ışık hızıyla arka planına bakınca nedense hep acılı hayatlar görmeye fazlaca alıştık. Bunda suçu kime atmak etik olur bilmiyorum ama her sektörün arka planını bozan, bu işleyiş bozukluğunu var eden birileri var. Çocuk yaşta üne kavuşan, The Wizard of Oz filmindeki Dorothy karakteriyle zirveye ulaşan Judy Garland’ın hayatının akışının bozulmasına sebep olan otoriter annesi, her an ona sözleriyle tokat vurmaya hazır ve nazır duran şirket patronu gibi duruyor. Judy Garland’ın hayatının izlerini sürdüğümüz film, her ne kadar emmeli basmalı tulumba gibi bizi ve Garland’ı bir aşağılara çekip bir yukarılara fırlatsa da belli bir seviyede bizi yakalamayı başarıyor.
Garland’ın neredeyse son yıllarından ilham alan film, geri dönüşlerle bizi bütün bu oldu bittiye hazırlamaya çalışıyor. Zira karşımızda hiçbir işi yolunda gitmeyen, çocuklarıyla gece vakti kalacak yer arayan, şöhret basamaklarının ucuna kadar tırmanmış, bitik, yitik bir kadın var! Aslında hayat ona son şanslarını sunsa da onun deneyimleyecek ve kendini toparlayacak hali kalmamış. Bu bir nevi yorgunluk, bağımlılık ve belki de hayal kırıklığının eseri gibi duruyor. Filmi izlerken karakterin boşluklarına üzülüyor, hatta onları doldurmak istiyorsunuz. Film, gerçekten de bunu hissettirmek istiyor olabilir. Yani Judy’e üzülmemizi! Bir nevi duygusal boşluk yaratıp karakterle özdeşlik kurmamızı sağlamak istiyor. Bir yere kadar da bunu başarıyor. Ama önümüze sunulan hikaye çok tekrarlı. Dediğim gibi tekrarlanan yükseliş ve alçalışlar…
Film, Judy Garland’ın hayatına ilişkin bazı detayları onun önüne bırakılan haplar gibi önümüze bırakıyor. Çocukluğundan beri itaatkar olması için içirilen haplar mesela. Elinden çalınan çocukluğu. Pasta yemesine, izin kullanmasına ve havuza girmesine izin verilmiyor. Onu çocukken yapamadıkları şeylerin üzüntüsünü yaşarken ve yapmak için mücadele verirken izliyoruz. Büyüyüp koca bir kadın olunca da çocukluğundan kalma bir hüzün ve çocuksu bir sevincin onu bırakmadığını görüyoruz. Acılı bir hayatın acılı bir filmi oluyor Judy. Judy, Liza Minelli’nin de annesi, hayata tutunmak için denemeler yapmış belli ki… Üç çocuk, fazlaca evlilik ve sonucunda uykuya geçemeyen, yenilenemeyen bir beyin!
Tabii filmde ona hayat veren Renee Zellweger’i unutmamak lazım. Çok mimik yapıp arada dikkatimizi dağıtsa da bu ufak tefek, hatta fazlasıyla nüktedan ve dengesini kurmaya çalışan kadına iyi sahip çıktığını düşünüyorum. Ödül şansı bir hayli yüksek bu yıl! Tabii bu tarz filmlerin bir hayat hikayesini getirip önümüze sunmasından başka misyonları da olmalı. Çocuk oyuncular konusunu insanlara, sektöre, şirketlere birazcık olsun düşündürtüyorsa ne mutlu! Onlara bir gelecek sunarken, sunulduğu düşünülürken aslında sırtlarına yüklenen ağır bir yükün altında ezildikleri, şöhretin bedeli gibi klişe bir laf olsa da sonraki bütün adımlarını etkiledikleri göz ardı edilmemeli diye düşündürtüyor.
Judy, Dorothy karakteriyle ünlenen, sonrasında daha çok yardımcı kadın oyuncu kıvamında kalan, nefis bir sese sahip olan, hayatla olan bağını hep gevşek tutan bir sahne kadınının hayatını anlatıyor. Film oyuncunun daha çok son yıllarını anlattığı için fazla tekrarlı ve dip modda ilerliyor ama Over The Rainbow (kendisi söylemekten bıktığını söylese de) olmak üzere birçok parçayla da bizi buluşturuyor. Genç yaşta ölen oyuncuyu anmamızı sağlıyor. Biraz da bu gözle bakmak lazım sanırım.