“İmparatorluk Döneminin Gizli İmparatoru”
Yazar: Başak BıçakEugène François Vidocq; ya da popüler unvanlarıyla tarihin ilk dedektifi, modern kriminolojinin babası, Victor Hugo’nun Jean Valjean’ının, Balzac’ın Goriot Baba’sındaki Vautrin’inin, Dumas’nın Polis Jackal’ının ilham kaynağı, Fransız Ulusal Polisi Sûreté Nationale’in kurucusu… Fransız devriminin en çalkantılı dönemlerinde yaşamış bir suçlu ama aynı zamanda Napoléon Bonaparte’ın meşhur bakanı Joseph Fouché ile birlikte Paris’in düzenini sağlayan kişi… L’Empereur de Paris, tarihin gizli kalmış kahramanlarından birinin biyografisini etkileyici bir hikâye ile gün yüzüne çıkarıyor…
Geçtiğimiz hafta yazdığım Colette eleştirimde değinmiştim; tarihe her ne sebeple olursa olsun adını yazdırmış kişiliklerin hayat hikâyelerini anlatırken, yaşadıkları dönemin, bilhassa bir kaos, savaş, devrim vs. durumu mevcutsa, arka planına çok az da olsa değinilmesi gerektiğini belirtmiş; dönemi anlamadan o kişiyi anlamak mümkün olmayacağı için film hakkında olumsuz bir görüş dile getirmiştim. Belki tarihçi olduğum için dönem filmlerinin kendilerini konumlandırdığı süreçleri daha fazla önemsiyor olabilirim ancak filmi ve karakteri anlamanın en iyi yolunun zamanı anlamaktan geçtiğine olan inancımın, L’Empereur de Paris gibi bunu abartıya kaçmadan yapabilen filmlerle daha da arttığını belirtmem gerek…
Öncelikle söylemeliyim ki, L’Empereur de Paris bir dönem filmi olarak muadillerinin ötesinde bir yapım değil. Sanat yönetimi güçlü, hikâye anlatımı yalın ancak sıra dışı bir özelliğe sahip mi, orası tartışılır... Fakat benim nezdimde filmi çekici kılan unsur, öncelikle geçtiği dönem ve söz konusu dönem ile karakterleri, seyirciyi tarih bombardımanına tutmadan senaryoya eklemleyebilme başarısı… Ve bittabi, epey enteresan bir şahsiyetin biyografisini anlatması…
Kuşkuya mahal yok, Vidocq kesinlikle hayret verici bir yaşam öyküsüne sahip bir karakter ve salt dönemi için değil, günümüz için de mühim bir isim. Böylesi unvanlara sahip, yöntemleri bugün hala kullanılan bu dedektifin hayatı, daha önce kısa sessiz bir film olarak, daha sonra da 1922 ve 38 yıllarında çekilen uzun metraj yapımlarla, televizyon için çekilmiş serilerle ve son olarak Jean-Christophe Grangé tarafından, Vidocq’un anılarından uyarlanmış 2001 tarihli bir film olmak üzere pek çok kez sinemaya uyarlandı. En popüleri elbette sonuncusu, Gérard Depardieu’nün Vidocq’a hayat verdiği filmdi ancak onun da TV filminden öteye gidememesi, yeni ve derli toplu bir film açığını doğurdu. Evet, L’Empereur de Paris, çok daha güçlü bir film olabilirdi ancak her hafta izlediğimiz çizgi roman uyarlamaları ve yeniden çevrim mezarlığında bu film hem bir açığı kapatıyor, hem de enteresan bir yaşam öyküsünü beyaz perdeye kazandırıyor.
Gelelim o döneme… Film, 2001 tarihinde izlediğimiz yapımda geçen yılların da öncesine götürüyor ve aslında bir bakıma prequel özelliği kazanıyor. 1805 yılında, Fransız Devriminin hemen ertesinde, kargaşanın ayyuka çıktığı süreçle başlangıcını yapıyor ve hapishanelerdeki düzen bozukluğu üzerinden, döneme bir parça da olsa ışık tutuyor. Zira Vidocq’un gençliğinde tanıklık ettiği yıllar, devrimi yapan Kurucu Meclis’in kendisini, Konvansiyon Meclisi’ne dönüştürdüğü ve Cumhuriyetin ilanından sonra yaşanan ayaklanmaların, Jakobenleri sert tedbirleri almaya ittiği seneler… Ancak Tedhiş hareketi, ya da bilinen adıyla Terör Dönemi öylesine kanlı bir şekle bürünüyor ki –filmde sıkça giyotine yapılan vurgunun sebebi bu- meşhur tabirle, devrim önce kendi çocuklarını yiyerek Jakoben önderlerini giyotine yolluyor; ardından darbeler dönemi olarak adlandırılan Direktuvar rejimi, içte ve dışta düzeni sağlayacak tek kişinin Napoléon Bonaparte olarak görülmesine ve onun önce Konsüllüğüne, ardından da imparatorluk sürecine olanak tanıyor.
Filmin başlangıç tarihinden bir yıl önce, ömür boyu Konsül olduğunu ilan eden ve plebisitle Fransa’yı yeniden bir imparatorluğa, kendisini de imparatora dönüştüren Napoléon’un iktidarı işte bu L’Empereur de Paris’nin arka planını oluşturuyor. Yapılan devrimlerin geriye döndürüldüğü, ülkenin monarşiye çevrildiği ve Napoléon’un sırf mavi kan taşımadığı için kabul görmediği Avrupa’ya, kendisini kanıtlamak amacıyla ülkeyi savaştan savaşa sürüklediği yıllarda, Paris’te gizli bir düzen sağlayıcı ortaya çıkıyor. Vidocq’un, hapishaneye gidişi ve oradan kaçışıyla öyküsüne giriş yapan film, hemen ardından onun bir suçludan, dedektife dönüşme sürecine yer veriyor ve senaryosunu daha ziyade bu temel üzerinde inşa ediyor.
Söz konusu periyotta, filmde geçen bir karakter daha var ki bana göre en enteresanı oydu. Stefan Zweig’ın “Joseph Fouché: Bir Politikacının Portresi” isimli eserinde bahsettiği, Fransız Devriminin en etkili isimlerinden biri olan, Robespierre’in düşüşünde rol oynayan ve ihanetlerle dolu siyasi portesiyle dikkat çeken, Napoléon’un Bakanı Fouché, aynı zamanda Vidocq’u geldiği konuma taşıyan isimlerden biri ve haliyle filmde de kendisiyle bolca karşılaşmak mümkün oluyor.
L’Empereur de Paris’in, uzun uzadıya anlattığım tüm bu dönemleri ve karakterleri hikâyesine yedirirken dikkatli davranması ve Napoléon iktidarı ile yaşanan değişimi, küçük ancak önemli detaylarla anlatmayı ihmal etmemesi ise filmi öne çıkaran özellik oluyor. Tabii burada Vidocq’un, dolayısıyla filmin de Fouché’yle (siyasetle) olan bağlantısının, güçlü olması bir etken fakat filmin bu dozajı ayarlama konusunda yetkin olduğunu da söylemek gerekiyor.
Filmde Vidocq’u canlandıran isim, yönetmen Jean-François Richet’nin fetiş oyuncusu Vincent Cassel… Daha önce de birkaç kez birlikte çalışan ikili, oyuncu performansında gösterişten uzak fakat etkili bir iş çıkarıyorlar. Daha önce Gérard Depardieu’nin canlandırdığı Vidocq epey sevilmişti ancak Cassel’in Depardieu’nün gölgesinde kalmadığını söyleyebilirim. Fouché’ye hayat veren Fabrice Luchini rolünün hakkını fazlasıyla verirken, Olga Kurylenko ve Denis Lavant gibi oyuncular da filmi zenginleştiren isimler oluyor.
Özetle L’Empereur de Paris, meraklısı için sinematografisi ve sanat yönetimi güçlü, ne anlatmak istediğini ve tarihi arka planını iyi tanıyan bir dönem filmi ve enteresan bir ismin, tatmin edici biyografisi… Mutlaka sinemada görülmeli…
Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com
https://twitter.com/BasakBicak