Delilik ile Dahilik Arasında Bir Hikaye; Blue
Yazar: Misafir KoltuğuOrtaokul son sınıftaydım yanılmıyorsam… Antalya’da sıcak bir yaz günüydü. Tatildi, geç uyanmıştım. Bir muhabbet kuşum vardı, geceleyin çok sıcak olduğu için rahat uyusun diye o gece balkonda bırakmıştım. Koşarak onu görmeye geldim. İyi görünmüyordu, güçlükle nefes alıyordu. Poyraz esiyordu, rüzgar masadaki gazetelerin sayfalarını uçurdu, o sırada bir başlık dikkatimi çekti, “Blues’cu Mavi Ölümü Seçti” yazıyordu. Apar topar mavi küçük kuşumu veterinere götürdük ama kurtaramadık. Mavi kuşumun ölümü ve blues’cu mavi ölümü seçti başlığı aklımdan uzun süre çıkmadı. Aradan yıllar geçti, üniversite için bitirme projesi çekecektik. İz bırakan bir şey olsun istedim. O sırada o başlık geldi aklıma ve Yavuz Çetin hakkında bir film çekmeliyim dedim. Sonrası uzun ve meşakkatli… Belki başka bir yazının konusu olur. (Yavuz Çetin Band, 2007) Bugün bu yazıyı yazma sebebim olan Blue filmi işte bu anıları yeniden hatırlattı. Tek Ortak Yanları Aynı Grupta Çalmaları
Sertan Ünver’in yönettiği “Blue” belgeseli Yavuz Çetin ile birlikte başka bir efsane olan Kerim Çaplı’yı bir araya getiriyor. Aslına bakarsanız aynı grupta çalmalarından başka pek de ortak özelliği olmayan bu iki müzisyenin bir diğer ortak yanları da hüzünlü hayat hikayeleri…
Filme geçmeden önce biraz belgeselin zeminini oluşturan Blue Blues Band’den söz edeyim. 1991 yılında Yavuz Çetin ve Batu Mutlugil tarafından kurulan grup, o yılların Türkiye’si için bir devrim niteliğinde adeta… Basta Sunay Özgür ve davulda Kerim Çaplı’nın katılmasıyla ideal formuna kavuşan Blue Blues Band, cover çalmalarına rağmen üstün yetenekleri ve sahne performanslarıyla efsane statüsünü alıyor.
Tıpkı Neil Young Gibi…
Grup ile bir albüm ya da kayıt yapamayacaklarını anlayan Yavuz, (filmi izleyince daha iyi anlayacaksınız, prova dahi yapmayan adamlar bunlar çok yetenekli ama bir o kadar da tembeller) tek başına bir solo albüm yapmak için kolları sıvıyor. Pozitif, umut dolu ve içinden geldiği gibi yapıldığı çok belli olan “İlk” albümü 1997 yılında çıkıyor ama beklediği tepkileri göremiyor. Müzisyen arkadaşı Turgut Berkes, Yavuz ile ilk tanışmasını anlatırken; “Neil Young şarkılarını tıpkı Neil Young gibi çalan, tarzıyla, görünüşüyle 70’lerden fırlamış gibi, dünya standartlarında bir müzisyendi” diye tarif etmişti. Bizim ülke olarak yetenek harcamakta üzerimize yok doğrusu. Ünlü bir plak şirketi yöneticisiyle bir konuşmamıza, The Weeknd bana gelse albümünü basmazdım demişti. Bu bile bizim zihniyetimizin nasıl hiç değişmediğinin çarpıcı bir örneği bana kalırsa…
Jimi Hendrix’in Aradığı Adam
Kerim Çaplı ise bambaşka bir adam… Dünya standartlarında rüştünü çoktan ispat etmiş, Jimmy Hendrix’in Kerim’i görürseniz beni arasın dediği bir deha… Hendrix’in çok sevdiği ve birlikte de çaldığı Çaplı, Amerika’da The Sundowners ve The Monkees gibi gruplarla da albümler çıkarmıştı.
Filmde Blue Blues Band’in diğer üyeleri Batu Mutlugil ve Sunay Özgür, o günleri, grubun serüvenini ve Yavuz ile Kerim’i anlatıyorlar. Teoman, Erkan Oğur, Nejat İşler, Göksel, Taner Öngür, Aylin Aslım, Batuhan Mutlugil, Tanju Eksek, Melis Danişmend ve Gür Akad gibi birçok ünlü ve önemli müzisyen ise onlarla anılarını ve hislerini paylaşıyorlar. Gelelim belgeselin işleyişine… Başta da söylediğim gibi ayrı ayrı iki farklı filme konu olacak bu adamları tek belgeselde anlatma çabası zaman zaman aksamalara ve yetersizliklere yol açabiliyor. Ancak Yavuz Çetin’in hayatı ne kadar ortada ve apaçıksa Kerim Çaplı bir o kadar gizemli ve karanlık… Dolayısıyla tek bir belgeselde yetecek materyal çıkmayabilirdi bu konuda hak veriyorum yönetmene… Zamanında ben de kendisiyle ilgili bir film yapmaya niyetlenip, benden önce bu konuda oldukça ilermiş Selim Demirdelen ile buluştuktan sonra olayın hassasiyetini anlamış, yine de çabalasam da Amerika’ya gitmeden bu işin çözülmeyeceğini anlamıştım. Bu sebeple Blue’nun Kerim Çaplı’nın Amerika’daki dostlarının belgesel dahil olmaları çok önemli. Yönetmen ile yaptığımız söyleşi de özellikle Kerim Çaplı konusunda ne kadar uzun ve yorucu bir araştırma yaptıklarından söz etmişti.Kerim Çaplı’nın kaydettiği söylenen ama hiç yayınlanmamış olan kayıp albümünü dinleme şansına erişmek de belgeselin en özel anlarından… Müzisyen arkadaşlarının kayıtları ilk kez dinledikleri anda tepkileri de görülmeye değer.
Kötü Alışkanlıklar Yok
Belki bir başka eleştiri, diğer ikon belgesellerinde sanatçıyı ölüme götüren uyuşturucu, alkol gibi etkenler rahatlıkla işlenebilirken, bizde bu durum saklanıyor. Adına sanatçıyı korumak ya da genç izleyiciyi korumak diyebilirsiniz ama belgeselin doğasına aykırı olduğunu düşünüyorum. Bunu yönetmenin kendisine de sordum. Onun da yapabileceği pek fazla bir şey yok çünkü belgeselde konuşan diğer müzisyenler de “kötü alışkanlıklar” ile ilgili konuşmak istemiyorlar ve sanki hiç yokmuş gibi davranmayı tercih ediyorlar. Diyet yaptığını söyleyen ve bütün gün ofiste salata yiyen birinin akşam çıkınca kimse görmeden hamburger yemesi gibi bir şey bu… Ama işte henüz o seviyeye gelmedik demekki…
Dünya Standartlarında Bir Belgesel
Belgesel, özellikle de müzik belgeselleri kişisel olarak çok ilgimi çeken bir tür… Film festivallerinde de ilk baktığım genelde bu tür film oluyor ve hiçbirini kaçırmamaya özen gösteriyorum. Bu sebeple açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, Blue, dünyadaki hiçbir türdeşinden eksik kalmayacak dinamizme, yeterliliğe ve beceriye sahip… Bu iki dahi adamın filmi çekilebildiği ve de vizyona çıkabildiği için oldukça şanslıyız. Bu şansı iyi kullanalım ve yeni nesle bu filmi önerelim. Önerelim ki, türlü imkânsızlıklar içinde bu memleketten müzik adına nerelere gidilebileceğini görsünler ve kendilerine ilham kaynağı olsun. Öğrendiğime göre Sertan Ünver’in bir sonraki projesi yine bir belgesel fakat bu kez spor belgeseli olacakmış. Bir futbolcunun hayat hikayesini anlatmayı planlayan Ünver, isme tam olarak karar verilmemiş olsa da yine anaakım piyasanın dışında, sıradaşı bir isim olacakmış. Benden söylemesi. Takipte kalınız.
Gizem Ertürk