Her şey geride şov önde!
Yazar: Banu BozdemirVox Lux, Natalie Portman’ın yarattığı ve ona çok yakıştığını düşündüğümüz imaj dolayısıyla başta ilgimizi çeken bir film. Hatta ilk yarı bir trajedinin yarattığı iyileşme çabalarını destekler nitelikte ilerlerken, ikinci yarı klasik bir popstar ruh haline bürünüyor! O yüzden filmin başında yarattığı sarsıcı giriş ve gelişme sonlara doğru tezini yok eden bir yolu seçiyor! Celeste, 1999 yılında Amerika’da bir lisede yaşanan silahlı saldırıdan sonra sağ kurtulan bir genç kız! O da yaralanıyor, yoğun bir tedavi sürecinden geçiyor ve kendisini buluyor. Katliamın ardından bir anma töreninde söylediği şarkıdan sonra fenomene dönüşüyor ve 14 yaşında şöhret dünyasının ağına düşüyor. Ağına düşüyor diyorum çünkü bu çizgi neredeyse hiçbir popstarın hayatında şaşmıyor, benzer ve ezber şeylerle bu kez Celeste’yi izliyoruz!
Olayın özü ya da çıkış noktası bir saldırı olduğu için filmin farklı bir yola savrulacağını düşünmek maalesef iyimserlik! Hayatının çıkışını yapmış ama sorumluluklarını tamamen başkalarına teslim etmiş bir genç kız, sonrasında genç bir kadının sahne ve sahne arkası hayatını izliyoruz. Hatta sonrasında ondan ilham alarak sahilde terör saldırısı yapanlara karşı demeçleri bile çok üstünkörü kalıyor. Çünkü Celeste çoktan gençken yaşadığı trajediyi unutup sahne hayatının açmazları, ışıltıları, coşkusu arasında sıkışıp kalmış hayatın tadını çıkarmaya bakıyor. Hayatına etki eden üç karakter var! Çocukken ona en büyük desteği veren, parçalarının sözlerini yazan ve onun gölgesi olmayı seçen ablası, onu bu hayatta daima hazır tutmayı başaran menajeri ve bir türlü anne kız ruh haline geçemediği, sadece biyolojik anne modunda kaldığı kızı! Hepsiyle bir hesaplaşma, sorun yaşayan, ne tam bir kardeş, ne de tam bir anne olabilen Celeste’nin trajedisinin kaynağını topladığı tek yer şöhret! Yani film onu bırakıyor ellerimize usulca! O yüzden yaşanan saldırılar, onların Celeste’ye etkileri bir teferruat gibi kalıyor. Yani film bunu hesaplaşma donesine dönüştürmeyi başaramıyor ya da tercih etmiyor.
Tabii filmin bir yandan dikkat çekmek istediği nokta bir popstarın durması gereken nokta! Celeste dobra, küfürbaz ve skandallara açık bir karakter! Onun adına saldırı düzenleyenler bir nevi onu hedef noktası haline getirmeye, ondan esinlendiklerini ifade etmeye çalışıyor. Bu bir popstarı ne kadar bağlar? İçsel olarak bağlıyormuş gibi görünse de, kendisine yöneltilen suçlamalara karşı iyi bir sınav verdiğini söylemek mümkün! Ama bu onu farklı bir yere asla taşımıyor! Natalie Portman, Black Swan da olduğu gibi yine şaşaalı bir dünyanın ve kostümlerin içinde acısıyla baş etmek zorunda kalıyor. Portman, ikinci yarısında dahil olduğu filmde iyi bir performans ortaya koyuyor. Ama film bizi bir popstar hayatında öte bir noktaya ulaştırmıyor ne yazık! Yönetmen koltuğunda enteresan bir isim oturuyor. Michael Haneke’nin 2007 yapımı yeniden çevrim Funny Games filminde yer alan oyuncu Brady Corbet. Filmin yönetmenlik deneyimine diyeceğim bir şey yok ama senaryonun vurucu noktaları bazı içsel ve görsel şovlarla kapadığını düşünüyorum. Ama Portman hayranları bu büyümeyen kadını izlemekten keyif alabilir!