Hesabım
    Senin Adın
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Senin Adın

    “Aşk zamandan bağımsızdır”

    Yazar: Orkan Şancı

    Belki de aradığın “bir”i değildir. Bir “yer”dir ya da birinin yanında geçireceğin bir “an”..

    Zaman ve mekanın ket vuramadığı bir aşk hikayesi anlatıyor “Senin Adın”. Sadece bunu yapıyor olsaydı bile, eşsiz çizimleri ve müzikleri, hayatın içinden diyaloglarıyla büyüleyici olabilirdi. Ama tek bir öyküyle yetinmiyor. 1973 doğumlu Japon sinemacı Makoto Shinkai harika kariyerine nefis bir halka eklemekle kalmıyor, her başarılı anime’de olduğu gibi seyircinin hayalgücüne yer bırakan, sonunda da anlattığından çok “hissettirdikleri” ile kalbe kazınan bir işe imza atıyor.

    1970’lerde Japonya’da yükselişe geçen “manga” ve o öykülerden sinemaya uyarlanıp Osamu Tezuka gibi ustaların temellerini attığı “anime”, günümüzde çok farklı bir yerde. Studio Ghibli gerçeği ve Hayao Miyazaki etkisini düşündüğümüzde bir tür zirveden söz edebiliriz.

    Hemen her konuda, sadece çocuklarla sınırlı olmayan, yetişkinlerin de kendilerinden çok şey bulacağı hikayeler anlatılıyor. Hayata ve ölüme dair her türlü kavram, belli bir disiplin içinde ama neredeyse her defasında yenilikçi bir şekilde seyirciye sunuluyor.

    “Senin Adın” ön planda iki genç, Taki ve Mitsuha arasında, zamana ve mekana direnen bir aşk öyküsü anlatıyor görünebilir. Ama çok daha derin bir yapısı var. Derinlik derken sadece felsefeden söz etmiyorum. Aşk konusunda “zaman”ı ve “mekan”ı bir engel olarak gösterirken göklerden yaklaşan “tehlike”ye karşı kahramanların “zaman”a ve mesafelere karşı savaşmasını da anlatmayı başarıyor. Biri Tokyo’da biri kırsalda yaşayan iki gencin, birbirlerinin yaşadığı yerlere öykünmeleri, öte yandan geleneklerin gücünün kaçınılmaz etkisi yine filmin içerdiği öğeler arasında. Gelenek konusunda önemli yer ayrılan baskın Pagan öğeler, günümüz Japon insanının eskiye duyduğu özlemi ifade eder gibi. Aynı şekilde genç kız Mitsuha’nın başkaldırdığı baba figürünün günümüzdeki yozlaşmış politikacılara benzemesi de bu kapsamda değerlendirilebilir. Filmin ağırlık noktasını oluşturan ruhlar arası “bağ” için kullanılan “kırmızı kurdela” metaforu ise kimilerinin zihnine Takeshi Kitano’nun 2002 yapımı “Dolls” filmini düşürebilir. Üstelik birbirlerinin bedenine girmiş vaziyette rüyalar görecek kadar bağlanan ruhların daha sonra gündelik hayatlarındaki anlam arayışları, yaklaşan “tehlike”yle birlikte seyirci açısından son ana kadar merak konusu kılınabilmiş. Burada yine Shinkai imzalı senaryoda, zaman algısıyla oynayan her öyküde olduğu gibi, ayrıntılara son derece dikkat etmek gerekiyor. Elbette Mitsuha’nın yaşadığı Itomori kasabasının eşsiz manzaralarına dalıp gitmekten vaktiniz kalırsa.

    Makoto Shinkai, birbirine ait ruhlar mevzusunda öyle “an”lar yaratıyor ki: gezdiğiniz bir yerde belki de çok zaman önce o hep aradığınız kişi de bulunmuş olabilir. Sizin hissettiklerini bir başkası da aynı şekilde hissetmiş olabilir. İlk kez gördüğünüz birinin size tanıdık gelmesindeki gizem, ruhların farklı bir hafızası olmasıyla açıklanabilir mi?

    Ruhların kaçışı’ndan ziyade buluşmasını anlatıyor “Senin Adın”. Hayatımız boyunca aradığımız “şey”in bir kişi, bir zaman veya mekan yerine “ruhsal bir an” olabileceği gibi, anime seyircisi dışındakilere belki biraz fazla naif gelebilecek bir dokusu var. Ama her dokunaklı şiir gibi güzel. Siz hayallere dalarken hayatın gerçeklerini bir tokat gibi vurmasıyla da kalp kırabiliyor.

    Bu noktada garip bir ümit kaplıyor içimizi. Günlük koşuşturmacaya ara verip biraz sessiz kalmayı, “an”da kalmayı öğütlüyor. O enfes Itomori kasabasında günbatımını izlerken uzun süredir aradığımız ruhun çağrısını böylece duyabiliriz belki...

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top