Tropik Trump ve Ötesi
Yazar: Başak BıçakLatin Amerika’nın bağrında, Brezilya’da doğan Cinema Novo (Yeni Sinema) yeniden canlanıyor… Geçtiğimiz sene Brezilya’da başkanlık koltuğuna oturan aşırı sağcı politikacı Jair Bolsonaro iktidarı, Bacurau ve muadillerinin öncülüğünde, Brezilya’da daha önce farklı dönemlerde kendisini gösteren Cinema Novo’ya olan eğilimi arttıracak gibi görünüyor.
Sinemanın insanları eğlendirme, oyalama gibi asli görevlerinin dışında, kitleleri harekete geçirme, politik duruş sergileme, devletleri, sistemleri, kişileri, yönetimleri eleştirme ve bunu gerçekten samimiyetle yaptığı zaman sanatsal değerinin ötesinde bir duruş sergileme halini çok severim. Toplumlar, devletler veyahut sistemlerin yaşadığı kriz dönemleri, farklı periyotlarda ve yerlerde her koşulda, bastırılamayan bir tepkiye neden oluyor ve bunun sinemaya yansıması, dünyanın bambaşka bir ucundaki insana ulaşabiliyor, mevcut problemden ya da olaydan haberdar olmasını sağlayabiliyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan dışavurumcu Alman Sinemasından, İtalya’nın Yeni Gerçekçi köklerine, Fransızların Yeni Dalgasına, Özgür Sinemaya ya da Üçüncü Sinemaya değin pek çok toplumsal dışavurum stili, sinema izleyicilerine bugün bile, yaşanmış herhangi bir durumla tarih kitaplarından daha hızlı ulaşabiliyor, vakanın etkileyiciliğini sürekli kılabiliyor. İşte bu yüzden, Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülünü Les Misérables ile paylaşan Bacurau, biçimsel özelliklerinin ötesinde, sosyal ve siyasal duruşu ile değer kazanan ve üzerine konuşulması gereken bir film.
Yazılarımı okuyanlar bilir; en son yazacaklarımı hep baştan söylemeyi severim, nitekim şimdi de, sinema yazarı olarak Bacurau’ya ilişkin bir değerlendirme yapmadan önce, seyirci gözümle basit bir çıkarım yapmak istiyorum. Bacurau’yu izlediğim ilk bir saatlik zaman diliminde, çoğunlukla nereye bağlanacak diye bekleyip durduğumu ve ana karakter/hikâye anlatımındaki bilinçli tercihler sebebiyle filme bir türlü giremediğimi itiraf etmeliyim. Ancak bir süre sonra senaryonun adeta devrim niteliğindeki değişimi ve filmin, türler arası bir dansa dönüşmesi bir anda dikkatimi çekmeyi başardı ve o ana kadar kurulan tüm yapı parçalarının zihnimde birleşmesini sağladı. Bunu bilhassa söylüyorum zira bazı filmlere zaman vermek gerektiğini, bazı filmlerin salt bir final sahnesiyle bile seyircisini yakalayabileceğini, film/dizi bombardımanında bazen ben dahi unutabiliyorum. Bu sebeple herkesin sevmeyebileceğini öngörerek, incelemesine geçmeden önce filme en azından şans vermenizi rica ediyor, ve yazının bundan sonraki kısmında çok küçük detaylar vereceğim konusunda sizleri uyarmak istiyorum.
Bacurau, Brezilya kırsalında bir kasabada, dünyanın sadece “küçücük, sıradan bir yeri” olduğunu vurgulayan bir girişle açılıyor. Güney Brezilya’da, bağımsız olarak nitelenebilecek, bir tür komün hayatı yaşayan insanlardan oluşan Bacurau isimli bu yerleşke, büyükannesini kaybeden Teresa’nın (Bárbara Colen) kasabaya dönüşüyle başlıyor. Zaten daha en başında, film günümüzden birkaç yıl sonrasını tasavvur ettiğini belirterek bilim kurgu ceketini giyiyor ve absürt stilini de, bir arabanın devrilmesiyle yola saçılan boş tabutları toplayan insanların davranışları üzerinden kazanıyor. Teresa kasabaya geldiğinde ise büyükannesinin aslında bu komünün başındaki kişi olduğunu ve filmin, Brezilya’nın Jair Bolsonaro ile kaybettiği sosyalist düzenine atıf yaptığını fark ediyoruz. Hatta bu anaerkil komünün başındaki Carmelita’ya, ölümünden hemen sonra gösterilen tepki, Brezilya’nın ilk sol yönetimini kuran Lula de Silva’nın, yolsuzluk iddialarıyla suçlanması şeklinde okunabilir. Zira bende bu hissiyata yol açan düşünce, filmde bu tepkinin ardından gelen “Hırsız değiliz” açıklaması oldu.
Carmelita’nın ölümünden sonra ortaya çıkan durum filmin türünü bambaşka bir noktaya, siyasi kodlarını da salt Latin Amerika bağlamında değerlendirmenin de ötesine, “emperyal güçler ve sömürülen halklar” eksenine taşıdı ve milletler üstü bir boyut kazandı. Zira belli olmayan bir sebepten ötürü ortaya çıkan insan avcıları, Bacuraulu insanları avlamaya, hatta vahşi bir şekilde katletmeye başladı. İşte bu noktada acid-western ya da anti- western diye tanımlayabileceğimiz bir türe göz kırpmaya başlayan ve bazen slashera kayan film, Cinema Novo’nun en önemli isimlerinden Glauber Roch’un tarif ettiği bir şiddet estetiğiyle her iki tarafın da birbirini avlamaya başladığı, absürt fakat bir o kadar da devrimci bir kimliğe bürünüyor. Zaten Cinema Novo’nun da misyonu budur; şiddetin devrimci olduğunu söyler ve sömürülene, sömürüldüğünü fark ettirmek ister.
Peki, Bacurau’nun yönetmenleri Kleber Mendonça Filho ve Juliano Dornelles neden böyle bir hikâye anlatmak istiyorlar? Çünkü Latin Amerika ve ABD ilişkilerinin yüzyıllar süren ve bir türlü bitmek bilmeyen gerilimleri, ABD Başkanı Donald Trump’la yeni bir boyut kazandı. Bir dönem Amerika’nın “arka bahçesi” olarak tanımlanan Güney Amerika’nın pek çok ülkesinde, 2000’li yıllarda sol tandanslı iktidarların başa gelmesiyle Amerika’nın kıta üzerindeki etkinliği büyük oranda kayba uğradı. Bilhassa 1985’e kadar askeri diktatörlükle yönetilen ve demokrasiye geçişinden sonra Lula de Silva ile işçi sınıfını temsil eden bir yönetim şekli kazanan, kıtanın hem coğrafi hem de ekonomik olarak en büyük ülkesi Brezilya, dünya siyasetinde öne çıkmaya, Latin Amerika ülkelerini AB tipi bir birlik altında toplamaya, ekonomisiyle atağa kalkmaya –tabii en önemlisi ABD yerine Çin ile ticari ilişkilerine önem vermeye başlayınca- işler değişti. Sonuç; Latin Amerika’nın en büyük ülkesinde 2018’de gerçekleştirilen olaylı seçimler sonucunda Lula’nın yerine devletin başına bir Trump sempatizanı olan Bolsonaro geçti (Hatta bu “sempatizanlık” zaman içerisinde öyle boyutlara ulaştı ki Bolsonaro’ya “Brezilya’nın Trump’ı”, “Tropik Trump” gibi isimler takıldı).
Bu esnada Latin Amerika’nın diğer devleri olan Meksika’daki iç karışıklıklardan, Venezüela’da yaşanan ekonomik kriz sebebiyle ortaya çıkan Maduro-Guaido geriliminden hiç bahsetmeye gerek çünkü hâlihazırda Brezilya’da yaşananlar bile ABD’nin uyguladığı yaptırımlarla mikroda kalmadığını bizlere kanıtlıyor. İşte bu durum, yukarıda bahsettiğim okumaya da imkân tanıyor. (Buradan itibaren spoiler içerebilir). Ve Evet, tahmin edeceğiniz gibi Bacurau’daki insan avcıları Amerikalı. Yönetmenlerin Amerikalıları tasvir ettiği o yüzeysel, yapay karakter yapıları büyük oranda kolaycı görünse ve çatışma duygusunu zorlaştırsa da, diğer yandan filmin hiçbir karaktere daha fazla önem vermeyen biçimi bu tercihini kabul edilebilir kılıyor. Bacurau’da aslında tam anlamıyla öne çıkan bir karakter yok ki Teresa bile sadece bakış açısı karakteri… Neredeyse her karakter eşit pay alıyor ve bu filmin hem sosyalist söylemi desteklediğini ifade ettiği gibi hem de Bacurau’nun, salt Brezilya’yı temsil etmediğini, Latin Amerika’nın, Ortadoğu’nun belki de Afrika’nın sömürülen halklarını ve onları sömürgeleştiren zihniyeti sembolik bir biçimde anlattığını gösteriyor. Bacurau, Brezilya kırsalındaki bir kasaba üzerinden yönetilemediğinde şiddet gören, haritadan silinen, sadece seçim zamanı insan yerine konulan ya da çoğunlukla insan yerine dahi konulmayan halkları simgeliyor ve kapitalist sistemi, burjuva ahlakını, ekonomik eşitsizliği ve ataerkil toplum yapısını hicvediyor. Final tercihi ve orada geçen bir cümle de bu fikri destekliyor. Burada Belediye Başkanı rolündeki Tony Junior’ın bu okumada, oğul Bush olarak görülmesi mümkün zira ismi bana Trump’tan ziyade onu çağrıştırdı.
Bacurau kasabasının girişinde şöyle bir cümle var; “Geleceksen, huzurla, barışla gel.” İşte bu şekilde gelmeyenlere, “Topraklarımla ne işin var? sorusunu soran ve Amerika’yı temsil eden kişiyi o topraklara, ABD’nin dünyadaki askeri başarısızlıklarını hatırlatmak istercesine gömen Bacuraulular, bir bakıma Cinema Novo’nun üstlendiği misyonu da yerine getirerek, emperyalist sisteme karşı kurtuluş mücadelelerini şiddet yoluyla veriyorlar. Kleber Mendonça Filho ve Juliano Dornelles, Brezilya’nın içinde bulunduğu durumu modern ve devrimci mücadeleyi hatırlatan bir yorumla anlatarak hem sosyal görevlerini yerine getiriyorlar, hem de siyasal sinema için mühim bir eser ortaya koyuyorlar. İlk başta da belirttiğim gibi, Bacurau, içine girmesi zor, karakter ya da hikâye özdeşliği kurmakta güçlük çekeceğiniz bir film ve hatta benim de finale kadar bağ kuramadığım bir film. Ama bana kalırsa, politik duruşu ve meselesi itibariyle bir şansı hak ediyor.
Not: Filmin tek akılda kalan soundtrack’i, John Carpenter’ın “Night” isimli eseriydi. John Carpenter’a ve soundtrack albümlerine delilik derecesinde hayran olduğum için ilgimi çekti ve araştırdım; yönetmen Kleber Mendonça Filho da John Carpenter takipçisiymiş ve hatta filmdeki okulun ismi olan “João Carpinteiro”’nun çevirisi John Carpenter demekmiş. Filmin sırf bu detay yüzünden benim kalbimi bir kez daha fethettiğini söylememe gerek yoktur herhalde.