¨Bulduğumuz şeyi aradığımızı bilmeden çıktığımız yolculuklardan biri daha...¨
Yazar: Murat Tolga ŞenKaşifleri harekete geçiren şey nedir, yeni yerler bulma hevesinden çok, olduğu yere ya da topluma ait hissedememe hali mi? Başka bir başlangıç ihtimali ve bu mümkün değilse olay ufkunda kaybolarak unutulma gayesiyle mi çıkıldı onca maceraya?
Yıldızlara Doğru (Ad Astra), içinde Brad Pitt’in canlandırdığı bir adet astronot barındıran tuhaf bir keşif macerası... Dünyadan Ay’a, oradan Mars’a ve nihayetinde Neptün’e uzanan bu yolculuk aslında içe-öze dönerek yeniden oluşma hikayesinden ibaret. Fragmana aldırmayın, bu bir aksiyon filmi değil. Brad Pitt’li bir bilim kurgu filmine giden seyirci için verilmiş bazı ödüller var elbette; baştaki istasyon kazası, aydaki Mad Max’vari (ya da western filmlerindeki posta arabası soygunu) takip sekansı, yardım sinyali gönderen uzay aracında yaşananlar, Neptün’e giden mekiğe binerken yaşanan çatışma sekansı... Bunlar seyircinin ilgisini filmde tutmak için atılmış kıtırlar...
Nazarımda ortalama bir sinemacı olan James Gray, 2001 Space Odyssey’e yakınlaşan bir Interstellar çekmeye çalışmış. Filmin başkarakteri Roy McBride adeta uzaya fırlatılmış bir mekik gibi, hikayenin ana eksenini oluşturuyor. Filmdeki yan karakterler ise bu mekiği uzaya taşıyan ve zamanı geldiğinde ondan ayrılan roketler gibi geçici misyonlar üstleniyorlar. Hiçbiri öne çıkmıyor ya da kendi hikayesini maceraya ortak etmiyor. Roy’un yolculuğu için bir araç olma görevini üstleniyorlar ve bir süre sonra hikayeden çıkıyorlar ama ortada büyük bir sıkıntı var. Yönetmen, derdini çok daha düz bir şekilde tür sinemasına hiç bulaşmadan anlatabilirdi. Tommy Lee Jones’un oynadığı karakteri ailesini terk ederek ülkenin bir ucuna yerleşmiş biri gibi gösterir, oğlunu da yıllar sonra onunla yeniden karşılaştıracak bir yüzleşmeyi Amerika'nın bir ucundan ötekine çıkılan bir araba yolculuğu ve o yolda karşılaşılan karakterlerle kolayca tasarlayabilirdi. Film, söylediği başka bazı şeylerle birlikte büyük ölçüde bundan ibaret. Filmin başında Roy’un ağzından çıkan cümleleri finalde egosunu yıkarak kendini yeniden inşa etmiş haliyle söylerken buluyoruz. Evet ama bütün bunlar için onca badire atlatıp da Neptün’e gitmenin ne alemi var?
Yıldızlara Doğru, seyircide oluşacak aldatılmışlık duygusunu bertaraf etmek ve türe ihanet ediyor gibi görünmemek için, ticari uzay yolculuğunun ne hale gelebileceğiyle ilgili karamsar vizyonlar sunuyor. Elon Musk’ın rüyasının gerçekleşmiş ve kabusa dönüşmüş halini film boyunca gözlemliyoruz. Ay’a inildiğinde bizi Subway ve DHL karşılıyor, uzay yolculuğundaki insanlar ekstralar için cebinden para ödüyor, astronotlar günümüzün otobüs kaptanlarına dönüşmüş, heyecansız ve bıkmış görünüyorlar ve her şey eskimiş; Mekikler, astronot kıyafetleri, kasklar... Filmin uzay teknolojisini bu şekilde sunma halini sevdim ve şunu da beğendim; Yıldızlara Doğru’nun özel efektleri mükemmel görünmüyor özel efekt birimi seyirciyi inandıracak bir iş çıkarmış ama fazlası için de kendini paralamadan çalışmış. Bu da bir sinemacı tercihi gibi duruyor.
Bu arada, filmin gizlenmiş bir din propagandası içerdiği fikrine katılmıyorum. Roy’un babasının söylemi üzerinden bu fikre ulaşmak güç. Yıllar önce oğluna attığı mesajda zaten dindar biri olduğunu açık ediyor. Dünya dışı yaşamı aramaktaki gayesinin onu bulmak değil bulamayarak insanın eşsizliğini (ve yalnızlığını) buradan yola çıkarak da tanrının varlığını ispatlama amacında ama film bu söylemi sahiplenmiyor.
Nihayetinde, Yıldızlara Doğru yarattığı beklentiyi karşılamasa da kötü bir film değil. Filmde kullanılan dış ses yüzünden olsa gerek bir roman uyarlaması gibi hissettiriyor. Keşke senaryo daha önce yüzlerce kez izlemediğimiz bir fikirden tohumlansaydı o zaman biz de Roy McBride’la çıktığımız yolculuk buna değdi diyebilecektik ama Amerikalılar israf seviyor. Bazen bir kişinin kendisini bulma hikayesi için bunca zahmete katlanabiliyorlar, bize de seyretmek düşüyor.
murattolga@gmail.com