Geri dönüşebilen insanlar...
Yazar: Başak BıçakSerkan Özarslan, geçtiğimiz yıl gösterime giren gerilim temalı ilk filmi Kendinol’dan sonra ikinci uzun metrajıyla seyirci karşısına çıkıyor. Dram türüne geçiş yapan yönetmen, kâğıt toplayıcılığı üzerinden geri dönüşebilen insanların hikâyelerine odaklanıyor.
Kendinol ile eli yüzü düzgün bir tür filmi ortaya koyan Serkan Özarslan, Babaannem adını verdiği ikinci uzun metrajıyla sinemasal yolculuğunu sürdürüyor. İzmirli zengin bir ailenin yaşadığı trajik öyküyü merkezine alan film, anne ve babasını korkunç bir kaza sonucu kaybeden ve onların işledikleri yüz kızartıcı suçlar sebebiyle hayatı alt üst olan genç bir adamın yaşadıkları etrafında şekilleniyor. Açılışını, başkarakterimiz Mehmet’in babaannesiyle birlikte yeni evlerine ve yeni hayatlarına doğru çıktıkları yolculukla yapan film, ufak bir devamlılık sorunuyla alelacele Mehmet’in intiharına geçiş yapıyor. Varlıklı bir yaşam sürdürürken, bir anda her şeylerini kaybeden ve tüm yaşam tarzlarını, hatta semtlerini bile bırakarak, İstanbul’un kenar mahallerinden birine yerleşen Mehmet ile babaannesinin içine düştüğü bu durum, seyirciyi finale hazırlayacak ilk emarelerden biri olmasına rağmen yönetmenin telaşına kurban gidiyor ve hızlıca yeni hayat kavramıyla, geri dönüşebilen insan fikrini işlenmeye başlıyor.
Babaannem, her ne kadar karakterin mesleki dönüşümü noktasında birtakım inandırıcılık sorunları barındırsa da, kâğıt toplayıcılığını ele alması ve hayatın unutturduğu bu insanları ve meslekleri bizlere hatırlatması açısından önem arz ediyor. Fakat ondan da öte, son dönem Türk sinemasında yönetmenlerin sıkça düştükleri bir hataya düşmüyor ve salt bir meslek ya da karakterin yaşadıkları üzerinden, hikâye varmış gibi davranmıyor; eksikleri de olsa bir senaryo ortaya koymayı başarıyor. Tek başına orijinal bir mesleği ya da ilgi çekici özellikleri bulunan karakterler yaratıp, filmin asıl ihtiyacı olan “öyküyü” boş vermek yerine, iyi niyetli bir çabayla gelişimi olan bir hikâye yaratıyor. Bir karakterin değişimini, geçmiş hesaplaşmalarını anlatıyor ve bunu, kâğıt toplayıcılığı yaparken, onlarla birlikte dönüşen insan kavramıyla bağlayarak, asgari düzeyde de olsa bir fikir üretme gayretinde olduğunu gözler önüne seriyor.
Filmin sürprizli finali ise, seyircisini fazlasıyla şaşırtmayı başarıyor. Başarıyor, çünkü yönetmen sizi o ana kadar öylesi bir finale hazırlayacak herhangi bir ipucunu senaryoya yerleştirmemiş. Ümit mefhumundan bahsederken, filmin başka bir yöne kayması bir eksiklik veyahut mantık hatası olarak düşünülebilir fakat finalin dramatik duygusu nedeniyle birçok kişiyi yakalayacağı için görmezden gelinebilir bir duruma dönüşüyor.
Babaannem, elbette ki usta bir yönetmenin elinden çıkmamış olmanın eksiklerini bünyesinden taşıyor. Senaryo boşlukları ve özensiz diyaloglar filmin seyir zevkine sekte vursa da, oyunculukların söz konusu açığı kapattığını söyleyebilirim. Antikacı rolünde izlediğimiz yazar Tuna Kiremitçi’yi ve ilk sinema deneyimiyle oldukça başarılı bir performans sergileyen gazeteci Sayım Çınar’ı izlemek epey keyifliydi. Ama asıl hakkı teslim edilmesi gereken kişi, adeta tek kişilik bir gösteri sunan Meral Çetinkaya’ydı… Usta oyuncu hayat verdiği babaanne rolüyle, filmi kotaran ve başından sonuna sürükleyiciliğini sağlayan yegâne isim olmuş.
Özetle Babaannem, kâğıt toplayıcılığından ve insanın, başına her ne gelirse gelsin dönüşebileceği, değişebileceği fikrine yaslanan hikâyesi ile Meral Çetinkaya’nın usta oyunculuğuyla sınıfı geçen; eksikliklerine rağmen iyi niyetli çabasıyla kendisini izlettiren bir film.
Başak Bıçak – basakbicak@gmail.com
https://twitter.com/BasakBicak