Şeytanın Oyuncakları: Bu Lanet Tutmaz
Yazar: Egemen TokatlıoğluDaha önce Köstebek ve İnsan Avı gibi romanları filme çekilen Britanyalı yazar John le Carré’den yapılan yeni bir “çoksatan” uyarlaması daha… Romanla aynı adı taşıyan Hain (Our Kind of Traitor) vasatı aşamasa da seyircisini oyalamayı başaran bir film.
Öncelikle not düşmeliyim ki, içinden geçtiğimiz sıkıntılı günler nedeniyle basın gösterimi iptal edilen Our Kind of Traitor’ı, bir AVM sinemasında hafta içi akşam seansında, üç-dört kişiyle birlikte izledim. Filmin Rusça konuşulan hiçbir sekansında altyazı çevirisi yoktu. Vakit epey geç olduğu için ilgili bulamadım fakat bir bilete 20 küsur TL veren bir seyirciye asgari düzeyde ihtimam gösterilmesi gerekiyor. Zaten dakikalarca reklam izliyoruz, en azından filmi doğru düzgün gösterin lütfen!
Filme dönecek olursak… John le Carré’nin, MI6 geçmişi sebebiyle kusursuz bir düzleme oturttuğu bir hikâye, sanıyorum ancak bu kadar “duygusuz” uyarlanabilirdi. Daha çok TV dizileri ve filmleriyle tanıdığımız Susanna White’ın, Nanny McPhee and the Big Bang’den (2010) sonra ikinci uzun metraj çalışması olan Our Kind of Traitor, yönetmenin büyük bir şeyler ortaya koyma hevesinin kurbanı oluyor.
İlişkilerinde problemler yaşayan bir çiftin, Marakeş tatili sırasında tanıştıkları Rus mafya üyesi Dima’nın (Stellan Skarsgård) kendilerinden istediği bir yardım sonucunda Rus mafyası ile İngiliz İstihbarat Teşkilatı arasında sıkışıp kalmalarını konu edinen film, ne yazık ki bir casus filmi olduğunun bilincinde değilmiş gibi hareket ediyor ve hikâyenin temel dayanağı olan fikirsel altyapıyı geçiştirme hatasına düşüyor. Peki, bunu yaparken aksiyona mı prim veriyor? Enteresan ama, hayır.
Our Kind of Traitor, yapısı itibariyle fazlasıyla aksiyona ve gerilime müsait bir filmken, yönetmen White bu treni kaçırıyor ancak diğerine de binmeyi unutuyor. Çünkü bir dönem filmi olmamasına rağmen, gereğinden fazla sinematografiyle meşgul oluyor ve gerilim duygusunu besleyebilmek için hiç de lazım olmayan bir atmosfer yaratma çabasına girişiyor. Sorun şu ki, şayet yaratabilse seyircinin aksiyon merakını gidermiş, filmin sürükleyiciliğini arttırmış olacak. Fakat elle tutulur bir şey çıkaramayınca, ortaya fazlasıyla yavan, ne olmak istediğine kendisi de karar verememiş bir film çıkıyor.
Açılışını, Rus mafyasının düzenlediği bir silah töreni ve ardından gelişen olaylarla yapan film, bu noktadan itibaren gerilim dozunu sabit tutmaya başlıyor. Hâlbuki Gail (Naomie Harris) ve Perry’nin (Ewan Mcgregor) Dima’yla karşılaşmalarının ardından, oyalanmayı bırakıp, heyecan düzeyini yükseltmeye devam etse, daha akıcı bir anlatıma sahip olabilirdi. Zira çatışma duygusu hikâye anlatımının ana arterlerinden biridir ve öykü salt Rus mafyası-Dima ve İngiliz çift arasında gidip gelip; diğer tüm karakterlerin kendi iç çatışmaları havada bırakınca eksik kalıyor. Bu da hikâyenin inandırıcılığını zedelediği gibi, karakterlerle seyirci arasına mesafe koyulmasına yol açıyor. Ewan Mcgregor’un canlandırdığı Profesör Perry Makepeace’in, ki kendisi filmin başkarakteri, herhangi bir duygusal durumuna tanıklık edemediğimiz için izleyicinin karakterle özdeşlik kurması mümkün olmuyor.
Dima karakterinin bu açıdan daha şanslı olduğunu söyleyebilirim, zaten filmin en renkli kişiliği o ve Stellan Skarsgard da başarıyla karakterine hayat veriyor. Naomie Harris’in mimiksiz oyunculuğu Gail’ın tamamen süse dönüşmesine yol açarken, filmin en gerçekçi karakteri Damian Lewis’in canlandırdığı MI6 casusu Hector oluyor. Homeland’den aşina olduğumuz oyuncu filmi, dikkat çekici hale getirerek sonuna kadar izlememizi sağlayan en reel parçası haline geliyor.
Yine de Our Kind of Traitor, casus filmlerinin gereklerinden uzak anlatımına rağmen vasatı tutturabilen, kendisini izlettirmeyi başarabilen bir yapım. Beklentileri düşük tutmakta fayda var.
basakbicak@gmail.com
https://twitter.com/BasakBicak