Haziran Yangını: Halen Yanıyor
Yazar: Kaan KarsanBirçoğumuz oradaydık. Kimimiz İstanbul’da, kimimiz Eskişehir’de, kimimiz İzmir’de, Diyarbakır’da, Kars’ta... Ethem Sarısülük Ankara’daydı. Kafasına isabet eden kurşunla Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Komadaydı, hayatını kaybetti. Ölümüne sebebiyet veren, silahını kalabalığa doğru ateşleyen polisin adı Ahmet Şahbaz’dı. Birkaç el ateş ettikten sonra, polis arkadaşlarının yanına doğru koşuyor, arkasına bakmıyordu. Az önce bir insanı öldürmüştü ve elbette ki, onu koruyacak olan bir gücün yanına sığınmak istiyordu: Devletin.
Koskoca ve kalabalık bir ülkenin en az yarısının gönül bağı kurduğu bir eylemde hayatını kaybeden Ethem Sarısülük, Gezi’nin kahramanlarından. Ülkenin yaşadığı en kritik, en acı, en korkulu süreçlerden birinde, hiç korkmadan bir şeyleri değiştirmeye çalışıyordu. Belki yarın, nihayet değişecek şeylerin, sorulacak hesapların fitilini ateşliyordu. Kendisini, kendisinden daha güçlü bir figürden koruması gerekirken, başına kurşun sıkan polise adaleti, özgürlüğü, demokrasiyi öğretmeye çabalıyordu. Hikayesinin asla layıkıyla anlatılamayacak olması da bu yüzden: Ethem Sarısülük, bir topluma dair anlatılabilecek bütün hikayeleri anlatıyordu hayatını kaybederken.
Gürkan Hacır’ın çok zor bir işin altına giren, taşın altına elini sokan belgeseli Haziran Yangını, herkesin gözü önünde işlenen bir cinayetin, bir ülkenin “Kırmızı Pazartesi”sinin hikayesini anlatıyor adeta. Ülke, bu cinayeti gören ve görmeyen insanlar olarak ikiye ayrılıyor, bir araya gelmemek üzere kutuplaşıyor. Bir cinayet üzerine taraf tutabilme alçaklığının hikayesi de bu belgeselde. Yıllardır ülke üzerinde kendi iktidar oyununu oynayan, ülkeyi kendi malı zanneden, güç tarafından gözü kör edilen ve bu yüzden tarihin en sert düşüşlerinden birini yaşaması kaçınılmaz olan bir erkin hikayesi de...
Gürkan Hacır’ın belgeseli Haziran Yangını, merkezine Ethem’in katledildiği görüntüleri koyuyor ve bütün vurgusunu bir ‘tartışma’ konusu haline gelen meselenin ‘barizliği’ üzerine kuruyor. İzleyici için elbette ki bütün bunları yeniden deneyimlemek, her şeyle tekrar yüzleşmek oldukça zor. Ancak zorluğunun yanı sıra, aynı zamanda büyük bir öneme sahip. Ancak bütün bu iyi niyetinin ve iyi hafızasının karşısında, Haziran Yangını’nı, halen çekilememiş, uzun zamandır beklediğimiz o harika Gezi Belgeseli olmaktan alıkoyan birçok şey var.
Öncelikle, bu belgesel bir ‘gazeteci’ bakışı taşımak yerine elde avuçta olan görüntülerle, enformasyonla toparlıyor hikayesini. Kurgusunu da eldeki avuçtaki üzerine kuruyor. İkincisi, bu bilinen yap-boz parçalarını ‘ilginç’ bir şekilde birleştirerek farklı bir sonuca varmıyor. Sadece kimisini daha fazla vurgulayarak, hep kurulan cümlenin yapısını değiştiriyor. Bir diğer sorun ise, sinemaya pek uygun olmayan duygusunda. Haziran Yangını, bir haber bülteni duygusu yaratıyor. Sözün özü, Haziran Yangını, Ethem Sarısülük davasına dair bilinmeyen ya da hissedilmeyen hiçbir şey aksetmiyor.
Ancak bütün bu problemlerin ötesinde bir hikaye anlattığını da inkar etmemek gerekiyor belgeselin. Bu sebeple toplumsal hafızaya yaptığı katkı için teşekkür etmek gerekiyor. Her gün hatırladığımız Gezi’yi, hiçbir zaman unutmamamız gereken ayrıntılar barındırıyor içerisinde.