Nihayet!
Yazar: Kaan KarsanDünya çapında incelediğimiz takdirde dahi son yıllarda korku sinemasının çıkardığı yaratıcı ve önemli işlerin sayısının bir elin parmaklarını anca geçeceği sonucuna varmamız çok abartılı olmaz. Benzer mitlerin popüler anlatılarla (örneğin buluntu film formülü) filme alındığı son dönemde korku sinemasının popüleritenin kredisinden tükettiğini söylemek mümkün. Bu sene yaz aylarında çıtır çerez olarak sessiz sedasız vizyona giren birçok korku filmin de bu savı desteklediğini söyleyebiliriz. Kısacası çoğunlukla son yılların korku filmleri, kendi dünyasının ve tüketicinin basit alışkanlıklarının bir adım ötesine geçmekten aciz. Yazımızın konusu olan Karabasan ise, böyle bir ortamda ancak ‘nihayet’ tepkisiyle karşılanabilecek olan, ‘önemli’ ve iz bırakacak türden bir korku filmi... Hatta Karabasan’ın çok iyi bir şekilde pratiğe döktüğü korku türü bir yana, komedi ve dram türlerinden de beslenen; oldukça derin bir eser olduğunu belirtmekte sakınca yok.
Karabasan dul bir kadının, tırnak içinde sorunlu çocuğuyla olan ilişkisinden yola çıkıyor temelde. Samuel, etrafındaki her şeyden çok kolay etkilenen ve bu etkilere oldukça duygusal ve kesin tepkiler veren bir çocuk. Annesi Amelia ise oğlunun tepkiselliğini normal karşılamaktan bitap düşmüş halde... Dünyaya karşı yalnız başına direnen ikili bir gün “Mister Babadook” isimli bir resimli roman keşfediyorlar evde. Uzaktan bakınca zararsız bir çocuk romanı olarak görünen bu kitap, sayfalar ilerledikçe korkunçlaşıyor; bir süre sonra da sayfaların ötesine taşarak günlük hayatı etkilemeye başlıyor. Evin içinde bir canavarın ötesinde pek fazla şeyi temsil eden bir ‘karabasan’ dolaşmaya başlıyor. Artık ‘yalnız’ kadın Amelia’nın sözüm ona ‘tuhaf’ çocuğunu hiç tanımadığı bir düşmandan koruması gerekiyor.
“Karabasan”ın yönetmeni Jennifer Kent, kocasını altı yıl evvel kaybeden dul bir kadının karşısına ürkütücü bir erkek figürü koyuyor. Bu noktadan çok basit bir “perili ev” formülü çıkabilecek olsa da Kent’in asıl derdi bu değil. Son derece basit bir korku filmi formülünü oldukça sağlam bir dramatik yapıya devşiren film, bir kadın ve oğlunun dramını elden geldiğince komedi ile de süsleyerek kendine özgü bir tat yaratıyor. Hem de ‘eğlenmemiz’ ve ‘eğlenmememiz’ gereken anların kontrolü tamamen seyirciye bırakılmış. Kısacası öyküye dilediğiniz yerden dalıp dilediğiniz yerden öyküden çıkarak kendinizi size yönelik tasarlanmış şık bir labirentin içerisinde hissetmeniz mümkün.
Jennifer Kent’in filminin en büyük başarısı ise “zamanlama”... Kent, elindeki malzemeyi hep en uygun zirvelere en doğru manevralarla odaklıyor. Filmin hem korku hem dram zamanlaması harika. Karabasan’ın yönetmeninin seyirciyi her daim evin içinde tutabilecek türden bir becerisi var. Aynı mesajı veren, aynı duyguları hissettiren, aynı noktaya vardıran türden bir öyküyü pür dram tonlarında kotarmak mümkünken Kent, bütün duygusal mekanizmayı korku janrına uyarlıyor. Bu zor misyonun altından neredeyse kusursuz bir şekilde kalktığını ilk elden söylemek gerekiyor.
Uzun lafın kısası korku sineması henüz ilk uzun metrajıyla kendine hayran bırakan türden bir kadın yönetmen kazandı. Kent’in bundan sonraki işlerini beklemek bile kendi başına bir keyif haline gelecek.