Parmakların kanayana kadar...
Yazar: Ali Ercivan“İngilizcede ‘İyi iş!’ten daha tehlikeli iki kelime daha yoktur…”
Potansiyel gördüğü öğrencilerini, insani sınırlarını zorlayarak eğitmeye çalışan bir müzik öğretmeni Fletcher… İçlerinde var olduğunu düşündüğü büyük sanatçıyı çıkarmak uğruna ne kadar ileri gittiğinin önemi yok çünkü başka türlü büyük sanatçı olunmaz ona göre… Kendini tamamıyla adamak ilk kural! Ve 19 yaşındaki Andrew da kendini ona kanıtlamak için her şeyi yapmaya hazır… Babasıyla ilgili Fletcher’ın ilk fırsatta yüzüne vurduğu acımasız cümleler, onun içinden de geçiyor muhakkak. Annesi, kocasının büyük bir yazar olamayacağını gördükçe hayal kırıklığına uğramış ve onları bu yüzden terk etmiş olabilir. Sürekli babasıyla sinemaya giden, onun dizinin dibinden ayrılmayan bir oğul olarak kaldığı müddetçe ne uzayacak ne kısalacak Andrew… Bu yüzden onu en çok tetikleyen, çektiği onca acı ve aşağılanmanın ardından kırılma noktasına geldiğinde asla geri dönemeyeceğini fark etmesini sağlayan, babasının “Hadi eve gidelim” lafı. Eve ve temsil ettiği hiçbir şeye dönmek istemiyor Andrew. Küçük hayatlarındaki küçük başarılarıyla böbürlenen, bir de üstüne onun sanatını küçümsemeye kalkan sıkıcı akrabalarının arasına dönemez artık. 100 küsur dakikalık filmin sonunda geldiği noktada tek çaresi kendine güvenmek, meydan okumak ve daha da ileri gitmek… İyi iş çıkarmış olmakla yetinmeyecek, büyük bir sanatçı olabilmek için varını yoğunu ortaya koyacak…
Bu hafta, tam da 5 dalda Oscar’a aday gösterildikten hemen sonra ülkemizde vizyona giren Whiplash, bir konservatuar öğrencisi ile aşırı sert öğretmeninin müzik, güç, disiplin üzerinden işleyen ilişkisini anlatıyor. Belki bir nevi Black Swan’ın caz bateristleri dünyasında geçen karşılığı olarak görebilir. Faşizan noktalara varan bir öğretmen ve farkında olmasa da babasından kopmaya ihtiyaç duyan öğrencisi arasındaki çatışma öykünün odağı. Bu denklemde kilit yeri olan mülayim baba ise oğlunu bu adamdan ne kadar korumaya çalışırsa çalışsın, oğlunun aslında bir baba figürü olarak kendisine değil de ona ihtiyaç duyduğunu çok geç anlayacak…
Caz ve bateri burada bir araç ama filme ritmini, inanılmaz enerjisini veren de onlar. Yer yer kendini fazlaca hissettirmesine rağmen öyle bir kurgusu var ki Whiplash’in, müthiş bir zamanlama duygusuyla filme acayip bir dinamizm katıyor, adeta doğaçlama bir caz performansına dönüşmesine yardım ediyor ve öykünün en yükseldiği noktalarda da onu tam bir karabasana çeviriyor. Bu sadece kurgucunun değil, yönetmenin de başarısı elbette. 1985 doğumlu genç yönetmen Damien Chazelle sürekli beklenmedik virajlarla seyirciyi şaşırtan senaryosuyla da büyük iş başarıyor.
Bütün bunlara iki de müthiş oyuncu performansı ekleyin şimdi… Fletcher elbette çokça bağırış çağırış içeren; karizmasıyla, psikopatlığıyla, gösterişli yazılmış sahneleriyle ve tiratlarıyla seyirciyi etkilemesi kolay bir rol. Ancak J.K. Simmons’ın Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde Oscar’ı şimdiden garantilemiş performansının işin kolayına kaçtığını söylemek mümkün değil. Yetenekli genç oyuncu Miles Teller’ın da fiziksel açıdan son derece zorlayıcı Andrew rolünde aynı derecede başarılı olduğunu söylemek gerek.
Bütün bunların sonunda, karşımızda benim diyen aksiyon filminden daha sert, daha dinamik, insana daha fazla adrenalin pompalatan, sanki filmden çok bir enerji bombası var. 2014’ün, bizim için de 2015 vizyonunun şimdiden en iyi filmlerinden biri! Kaçırmayın!
Twitter: aliercivan