Muazzam bir ustalık ve dürüstlükle anlatılmış bir "başarı öyküsü"
Yazar: Oktay Ege KozakOrson Welles şaheseri Yurttaş Kane’in en ünlü sözlerinden biri olan ‘Bir sürü para kazanmak büyük numara değildir, eğer tek yapmak istediğin bir sürü para kazanmak ise’, filmin yapımından 70 sene sonra bile yerinde bir gözlem. Amerika hiç bir zaman kapitalizme olan aşkını gizlememiştir, fakat günümüzde ahlaktan yoksun, sadece hırs ve açlık ile işleyen sosyopatik parazitlerle dolu bir canavara dönüşmüş durumda. Etik ve empati eksikliği bu tarz insanları sürünün başına koyuyor.
Konu Amerikan sinemasında hırs ve açgözlülüğü eleştirmek olduğunda filmlerin daha sert ve umitsiz bir hava takındıklarına şaşmamak lazım, özellikle dünyanın en zengin 85 kişisinin en yoksul 3.5 milyar (evet, milyar) kişisi kadar parası olduğunu ve dünyanın bir sürü ülkesinde bu tarz açgözlülüğünün normal karşılanmasını bırakın, devletler tarafından desteklendiğini akılda tutarsak.
En azından Oliver Stone’un Wall Street’inde etik iç çatışmadan yakınan birkaç karakter vardı. Son yılların kapitalizm karşıtı There Will Be Blood ve Wolf of Wall Street gibi şaheserleri protagonistlerine o kadar yumuşak yaklaşmıyor, ana karakterlerini kendi kazançları için sistemi içten yiyen sosyopat parazitler olarak gösteriyor. Hollywood her zaman içinde bulunduğu dönemin halktaki etkisini aktarmıştır, ve günümüz filmlerine göre bu tarz açgözlülüğe olan sinirimiz artık taşmış durumda.
Gece Vurgunu işte bu tarz bir ‘başarı öyküsü’nü muazzam bir ustalık ve dürüstlükle anlatıyor. İnanılmaz tüyler ürpertici fakat akıllı ve egoist Louis Bloom (rol içinde kaybolan performansını izledikten sonra eve gidip hemen duş alma ihtiyacı hissettiren Jake Gyllenhaal) gece saatlerinde kamerası ile sonraki günün haberleri için kaza ve suçları kaydetmeye karar veriyor. Bloom, kurbanlara karşı hiçbir acıma hissetmediği için en kanlı görüntüleri alıyor ve bu sayede kısa sürede başarılı oluyor, çünkü yerel televizyon istasyonları bu tarz kanlı haberlerle reyting alabiliyor.
Zaman içinde Louis’in kan revan içindeki kurbanların gözlerine kamerayı sokması, suç mekanlarına yasadışı girip dramatik çekimler yakalayabilmek için delliler ile oynaması reytingleri düşük yerel bir kanalın ilgisini çekiyor. İşini kaybetmemek için kelimenin tam anlamıyla her şeyi yapmaya hazır olan haber yapımcısı Nina (Rene Russo), Louis’in çekimlerini satın alıyor ve hiç tereddüt etmeden yoksul siyahların zengin beyazları soyup öldürdüğü suçları çekerse iyice başarılı olacağını söylüyor. Louis’in gece suç avcısı kariyeri yükseldikçe suçları kamerasıyla çekmek ile kamerası için suç yaratmak arasındaki çizgi giderek kayboluyor. Jake Gyllenhaal, gerçekten tedirgin eden bir karakter yaratarak en azından Oscar adaylığını hak ediyor. Fiziksel transformasyonlu karakterlerde hep olduğu gibi Hollywood basını Gyllenhaal’un rol için kaybettiği kilolara odaklanıyor, fakat karakteri unutulmaz kılan asıl özelliği gözlerinin arkasında insanlıktan yoksun birini görmemiz.
Rene Russo’nun karakteri hırs probleminin diğer yüzünü gösteriyor, haber programının prestiji arkasında saklanmasına rağmen kurban kanı için susamaya devam ediyor. 18-30 yaş arası erkek seyirciyi çekebilmek için bu rol daha genç bir aktrise gidebilirdi, fakat Russo bu yaşta bir karakterin yıllardır bu kadar çirkin bir işte çalışması sonucu oluşabilecek ahlaki yorgunluğu ustalıkla aktarıyor.
Louis suç dolu, farklı ırkların karıştığı metrolopit bir şehirde (Bu sefer Los Angeles) uykusuzluktan yakınan acayip bir kişilik olduğu için sinema severlerin aklına hemen Taksi Şoförü'nün Travis Bickle’ı gelecektir. Fakat bu iki karakter arasındaki fark Bickle’ın şehrin ahlaksızlığı yüzünden harekete geçmesi, Louis’in ise bu ahlaksızlık sayesinde başarılı olması. Bu bakımdan Louis’in Bickle’dan çok Jordan Belfort ve Daniel Plainview gibi karakterle daha çok ortak yönü var.
Yazar/Yönetmen Dan Gilroy, Gece Vurgunu ile ilk yönetmenlik deneyimine imza atmadan önce yirmi yıldır saygı gören bir senaryo yazarı idi, kanımca aynen 2007 yılının en iyi filmi ve bir başka muazzam hırs eleştirisi Michael Clayton’ı yazıp yöneten abisi Tony Gilroy gibi. Umalım ki Dan’in ilk filminden sonraki yönetmenlik kariyeri Tony’ninkinden daha başarılı olur.
Dan Gilroy, gece sahnelerine Michael Mann’imsi bir hava katmasıyla beraber gayet etkileyici gerilim ve aksiyon sekansları da yakalıyor. Filmin üçüncü perdesindeki araba kovalamaca sahnesi bence Fast & Furious serisinin herhangi benzer sekansından daha etkileyici, çünkü en basitinden karakterlere ne olacağını ve hikayenin nereye gideceğini umursuyoruz.
Gece Vurgunu, medyanın kirli ve çürük korkutuculuğunu ve acıdan kar yapmasını her zaman yerinde bir dürüstlük ile inceliyor. Bu denli acayip karakterler ve durumlarla dolu bir proje her an ya abartı bir B-filmine, ya da didaktik bir kuru Hollywood ahlak dersine dönüşebilirdi, fakat hiçbir an odağından sektirmiyor. Bazen rahatsız edici bir deneyim olabilir, fakat her an seyirciyi sarıp sarmalayacağı da kesin.