Hızlı yaşa, genç öl
Yazar: Murat ÖzerAnton Corbijn’in 60 yaşında olduğu bilgisine isyan etmeyelim de neye edelim! (Aslında yığınla isyan edilecek şey var tabii.) Evet, fotoğrafları ve müzik videolarıyla uçup gitmiş, işin abecesini yazacak hale gelmiş bir sanatçı Corbijn, ama beyazperdede henüz dört filmi var. 40’larında falan olsa ne güzel olurdu! Gelecekte onun dehasını alkışlayacağımız birçok film beklerdi bizi...
Anladığınız gibi, sevdiğimiz bir sinemacı Anton Corbijn. Son filmi “Life” da sevgimizi perçinleyen bir çalışma. İlk filmi “Kontrol”de (Control) Joy Division’ın kadersiz üyesi Ian Curtis’in melankolisine çekmişti bizi, dördüncü filmi “Life”taysa James Dean’in yaşadığı melankoliye ortak oluyoruz. Aracı olarak da Magnum fotoğrafçısı Dennis Stock’u kullanıyor Corbijn.
Sadece üç filmle sinema tarihinde, dahası insanlık tarihinde ‘belirleyici’ bir rol üstlenen ikon James Dean’in ilk iki filmi “Cennet Yolu” (East of Eden) ve “Asi Gençlik” (Rebel Without a Cause) arasındaki döneme şahitlik ediyor “Life”. Onda ‘farklı’ bir şey gören Dennis Stock’un aktörü fotoğraflama isteğinin iki adamı götürdüğü yeri işaret ediyor hikâye.
“Hızlı yaşa, genç öl” düsturunun isim babası olan Dean’in daha çok yalnızlığına dikkat çekiyor bu film. Yaşasaydı muhtemelen sistem dışına itileceğini öngörebiliyoruz onun tavırlarından. Hollywood’un ‘kontrol delisi’ sistemini kabullenip ayak uydurmasının olanaksızlığı da net bir şekilde görülebiliyor. Evet, ‘yıldız kumaşı’ olduğu ilk bakışta hissedilen bir genç ve bu durum yapımcıların gözünü kamaştırıyor, ama kolayca dizginlenebilmesi de mümkün değil.
Film, James Dean’in ‘kırılgan’ yapısını öne çıkarırken, onun kendisini her şeyden ve herkesten soyutlama özelliğine de vurgu yapıyor. Güvendiği insanların kendisini hayal kırıklığına uğratmasıyla kolayca örseleniyor, güçlü kalmayı başaramıyor. Örneğin, sevgilisi olarak bildiği aktris Pier Angeli’nin evlendiğini bir basın toplantısında öğreniyor ve duygularını saklayamıyor. Ya da ‘arkadaş’ olarak tanımladığı Dennis Stock’un onu ‘kullandığı’ izlenimini edindiğinde yaşadığı hayal kırıklığıyla yıkılabiliyor. Zayıf değil belki ama çok ‘hassas’ bir karaktere sahip olduğu kesin. Ölene kadar güvenebileceği insanların sadece aile bireyleri olduğunu görüyor, biliyor. Film de şahikasına aile çiftliğine yapılan yolculukta ulaşıyor. Dennis Stock’la birlikte çıktıkları bu yolculuk, her iki adamın iç dünyalarına dair sağlam fikirler veriyor bize.
Anton Corbijn, bir ikonun ruhuna girme uğraşında alabildiğine özenli bir çalışma gerçekleştiriyor. Aracı olarak kullandığı Dennis Stock’un hikâyesi gibi yaklaşıyor filme, ama temelde James Dean’e genişçe bir pencere açıyor. Ancak bunu tatsız tuzsuz bir biyografiden uzaklaşmayı başararak yapıyor. Kendisinin de birincil işi olan fotoğrafçılığı ise uygun seçimlerle işlevselleştiriyor. Stock’un fotoğrafları, şu an birçok evin, restoranın, ofisin duvarlarını süslüyor. Corbijn, insanların hafızalarına kazınmış olan bu fotoğrafların hikâyesini anlatıyor bir yandan da. Efsane karelerin hangi koşullarda hayat bulduğunu, bu fotoğraflar çekilirken James Dean’in ruh halinin nasıl olduğunu belgeliyor, deklanşöre basan Dennis Stock’un da beynine girerek. Hikâyenin ‘hüzünlü’ doğasının birincil aktörü Dean’in kırılganlığıysa, ikinci sırada da bu fotoğrafların içimize işlemesi var kuşkusuz.
Hollywood’un ‘yıldız sistemi’ne dair de sağlam argümanlara sahip “Life”. Efsane yapımcı Jack Warner’ın özelinde bu sistemi eleştiriyor, oyuncuları kimliksizleştirme çabalarına yükleniyor. Bugün de pek değişmeyen bu sistem, yığınla yeteneği ufak bir darbeyle silip atarken, ona boyun eğenleri de mükafatlandırıyor, hak etmeseler bile. Marlon Brando’yla karşılaştırılan James Dean ise hak ettiğini hiçbir zaman alamayacaktı belki. Onu ikonlaştıran, 24 yaşındaki trajik ölümü ve tabii ki bu trajediye gözünü kapamayan geniş kitleler oldu. Hollywood’a kalsa, başı ezilmesi gereken bir ‘böcek’ten farksızdı Dean, muhtemelen ezilecekti de...
Oyunculara dair pek bir şey yazamadık, ama başta James Dean’e hayat veren Dane DeHaan olmak üzere her birinin saygıdeğer performanslar sergilediklerini söyleyebiliriz. Bir de, James Dean gibi bir ikonu canlandırmanın heyecanını yaşamanın genç aktör için ‘çok özel’ bir deneyim olduğu apaçık. Gözlerinden okunuyor, tıpkı izlerken bizim gözlerimizden okunduğu gibi...