Muhteşem bir yükseliş, yaralayıcı bir düşüş...
Yazar: Ekin LimoncuKarşımızda benzersiz bir sese, şeffaf bir ruha, gülen gözlere sahip bir kadın duruyor: Amy Winehouse. Öldüğünde sadece 27 yaşındaydı. Kısacık hayatının her bir köşesini yaşama amacı olan müzikle doldurmuştu.
Asif Kapadia'nın yönetmen koltuğunda oturduğu belgesel, Amy'nin 15 yaşında bir arkadaşının doğumgünü partisinde gülümseyerek şarkılar söylediği bir kayıtla başlıyor. Belgeselin devamında adım adım Amy'nin hayatına tanıklık ediyor, mutluluğunun nasıl zamanla kaybolup gittiğine şahit oluyoruz. Çok genç yaşta yapımcılar tarafından farkedilen Amy, başarı basamaklarını başta emin adımlarla tırmanırken ailesinin, gençliğinin, deneyimsizliğinin verdiği problemlerle birlikte bir süre sonra kendini o basamaklarda tökezlerken buluyor.
Hayatının belli zamanlarında sevdiği insanlar tarafından kırılan kalbini toparlamaya çalışan bu samimi, sıcak kadının her şeyini müziğine yansıttığını görüyoruz. Kırıklarını kendine batırırken bir yandan da bundan iyi bir şeyler çıkarabildiğini farkediyor, kendini şarkı sözleriyle ifade ediyor; durmadan yazıyor. Winehouse'un müziğinin kalbe ve ruha bu kadar işlemesinin sebebi de bu. Video görüntülerde Amy'nin el yazısıyla akan şarkı sözleri ile bunu daha iyi anlıyoruz.
Ailesi, arkadaşları Amy'nin yaşadığı bu trajik olayı en yakından izledikleri için onda gördükleri değişimleri belgeselde teker teker anlatıyor. Yüzünde sürekli mahçup bir ifade olan Amy, aslında şöhret ya da paranın peşinde değil. O müziğini yapabileceği ve insanlara ulaşabileceği bir alan istiyor. Magazinciler peşini bırakmıyor, nefes alamıyor, kendini uyuşturucuya veriyor, uyuşturucuyu bırakınca onun yerini alkol alıyor. Bu karanlıktan bir türlü çıkamayan müzisyen yavaş yavaş sona yaklaşıyor. Birkaç defa ölmeye bile yaklaşan Amy, her defasında kurtuluyor ancak son darbede malesef kimse onu kurtaramıyor.
Winehouse'un ölümüyle ilgili belki de en acı şey yardıma ihtiyacı olduğu halde hayatındaki kimsenin ona "tam anlamıyla" yardım etmemesi. Elinden tutulmaya ihtiyaç duyan Amy küçük bir kız çocuğu gibi ürkek, sadece sarılmak istiyor. Hayatında ve medyada olup bitenlerle o kadar boğuluyor ki kaybolup gitmek istiyor gibi; ki öyle de oluyor.
"Amy"i izlerken bu trajik hikayeye şahit olmak beni derinden üzdü. Amy Winehouse'un yeteneğinin dışında, aslında kalbinde nasıl biri olduğunu görme etkisinden kolayca kurtulamadım. Filmin en büyük özelliği de buydu. Bambaşka bir Amy ile karşılaştık. Keşke böylesine içten ve benzersiz biri kaybolup gitmeseydi diyor insan.
"Amy", bu güzel kadının zaaflarını, zayıf yönlerini ortaya koyan bir belgesel ancak asla Winehouse'un bundan ibaret olduğunu söylemiyor. Hatta belgeseli izlediğinizde anlayacaksınız ki bu genç kadın komik, samimi, utangaç ve çok farklı. Güzel olan sadece sesi değil; ruhu, kalbi. Belgeselde Amy'nin kendi ses kayıtlarını, konser görüntülerini, evinde çekilmiş videolarını, ailesiyle, arkadaşlarıyla olan yakınlığını, aşkını, en çok da müziğe olan bağlılığını izliyoruz. Kendini saklamayan, aşık olmaktan korkmayan, benliğini sadece müziğine veren Amy'i bu belgeselle tanıma fırsatı bulduğum için içimde buruk bir sevinç var. Genç yaşta hayatını kaybetmiş ancak durmadan üretmiş, istediği gibi yaşamış ve en önemlisi de müziğini dinleyen herkesin kalbine dokunmuş, dokunmaya devam edecek.
Amy Winehouse'un bir hayranı olarak düşünmeden edemiyorum; Amy belki de dünyada olduğundan daha huzurludur şimdi.
twitter.com/ekinlimonj