Filmde duygusal şiddet hakim!
Yazar: Banu BozdemirYönetmen Saul Dibb yine bir roman uyarlamasıyla karşımızda. 2008’de Georgiana Duchess of Devonshire kitabını Düşeş adıyla sinemaya aktaran Dibb bu kez çok satanlar listesindeki Fransız Süiti kitabıyla ‘aşkı arayan kadınlar’ serisine bir yenisini ekliyor. Tabii bir anda popüler olan kitabın öyküsü aslında savaşın başladığı yıllarda başlıyor, Irène Némirovsky’nin o yıllarda başladığı romanı (hatta iki roman) kızları tarafından saklanarak ancak 2004 yılında basılabiliyor. İki romanda olayları birleştirenlerin karakterler değil, tarih olduğu da belirtiliyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgali altında olan Fransa’da geçen hikaye aşk ve vatanseverlik çizgilerinin arasına sıkışmış duyguları anlatıyor. Dönemin zorlu koşulları gereği ‘sevmeden’ evlendiği kocasını savaşa yollayan Lucile, kaynanasının boğucu baskısıyla uğraşan genç bir kadın. Madame Angellier zengin olmanın refahını yaşarken bir yandan da baskıcı yönünü herkese karşı kullanan bir kadın. Kiracıları ve gelini bunu en fazla hisseden kesim. Film böyle kişisel bir baskıyla başlarken sonrasında Alman askerlerinin Fransızlara uyguladığı baskıyla devam ediyor. Filmde fiziksel şiddetten çok duygusal şiddetin hakim olduğunu ve bunun filmin olası patlamasına ket vurduğunu da söyleyebiliriz. Yani film ortamdaki baskıdan fazlaca etkilenmiş durumda!
Öte yandan Alman askerlerinin evleri işgal etme (pek işgal denemez konuk olma) hali genç teğmen Bruno ile güzel Lucile arasında yeşerecek aşkın müziğini ilk andan itibaren çalmaya başlıyor. Zaten iki tarafın müziğe olan ilgisi aşkı başlatan ve devam ettiren unsur. Ama filmin öne çıkarmaya çalıştığı şey kimsenin kimseye teslim olmama hali. İşgal altındaki Fransızların bu çabasının herkese sirayet ettiğini söyleyebiliriz. Bir noktadan sonra aşk ve vatanseverlik çatışıyor filmde. Michelle Williams’ın ve Matthias Schoenaerts’ın performansları gayet uyumlu. Zaten Schoenaerts bu hafta vizyona giren Çılgın Kalabalıktan Uzak filminde yine aynı sakin, sessiz ama kararlı adam modunda karşımıza çıkıyor. Orada da Carey Mulligan’a eşlik ediyor, iki filmde de karizmasına doyuruyor diyebiliriz. İki filmin benzer yanlarımdan biri de kadın duygusunun ön planda olması. Yani olaylar biraz onların kontrolünde gelişiyor. Bu da her zaman öyle olmasa da ‘güçlü kadın’a selam yolluyor.
Aşk Uğruna savaşın ortasında kalan kadın ve erkeğin durumuna göz atarken teğmen Bruno’yu savaşın içindeki çaresiz adam konumuna itiyor, Lucile ise bir anda çark ederek ülkelerini alt etmeye çalışan düşmanla çatışan kadın konumuna. Film ‘imkansız aşk’ konusunda ilerlemeye çalışmış. Aslında filmin ismi Aşk Uğruna’dan çok ‘vatan uğruna’ olmalıydı. O yıllara ilişkin yapılan filmlerden farkı klasik anlamdaki Hitler askerine, bayrağına, trenlere ve kamplara rastlamamak olabilir, bu da filmi başka bir noktaya taşıyor. Keyifli, hafif gerilimli ama genelde sakin bir işgal filmi havası yaratıyor. Bu dinginlik filmin genel atmosferine de etki ediyor. Aşkın yaptıracakları bazen kendini aşıyor!