O şehirde havada uçuşan toz taneleri kadar önemsiz insanlar yaşardı...
Yazar: Murat Tolga ŞenSon birkaç yıldan beri, ilk filmini çeken yönetmenlerin festivallerde boy göstermesine alışığız. Başlarda büyük sevinçle karşıladığım bu durum artık benim için bir miktar sıkıntı yaratıyor çünkü sinema sadece hevesle yapılabilecek türden bir sanat formu değil. Öyle anlar geliyor ki, festival salonunu kazsınlar, beni de gömsünler oraya diye düşünüyorum. Hele de bu gençlerin bol kepçeden ödüllendirilmeleri meseleyi iyice çıkmaza götürüyor çünkü daha ilk filmiyle memleketin en büyük festivalinde ödülü kapanın elinden yıllarca çekeceğiz demektir! İstanbul Film Festivali'nin kataloğunu okuyorum, orada yarışan bir film için "şurada en iyi yönetmen ödülü alan..." diye yazıyor. Filmi bilmesem!Yine de bazen, yine nasıl bir "iç dünyamda neler var da, saçamıyorum" tuhaflığı izleyeceğiz diye salona girip, nefesimin kesildiği oluyor. Film izlemekten de bu yüzden vazgeçemiyorum! İşte bu duyguyu uzun bir aradan sonra hissettiren film, Zerre, bu hafta gösterime giriyor.Zerre çok iyi bir "ilk film" olmasının yanısıra, Türk sinemasının asıl ihtiyacına yönelik çekilmiş bir film... Festival jürilerine yaranmak uğruna sıra dışı bir dünya yaratmak için kolu kanadı kırılmış zorlama karakterlerin kurgulandığı ve tüm bunların şık bir "sanat sineması" paketi altında sunulduğu arenada, yalın, çarpıcı ve güçlü bir meydan okuma...Seyirciyi "bunları hiç bilmiyorduk" diyerek şaşıracağı bir öyküye ve o öykünün kahramanına götürüyor Erdem Tepegöz. Her gün yanından bilmeden geçip gittiğimiz sıradan, küçük insanların hayatına, tam o sırada durup 80 dakika boyunca ortak olmak gibi... Biraz da suçluluk uyandıran bir izleme deneyimi...Zeynep (Jale Arıkan) derme çatma bir evde annesi (Rüçhan Çalışkur) ve zihinsel açıdan problemli kızıyla yaşıyor. O evin kirası bile ödenemiyor çünkü Zeynep, vasıfsızlığının getirdiği bütün sömürüye açık, yine de iş bulabilmek için elinden geleni yapıyor. Sonuna kadar direniyor, umudunu koruyor, kendi farkında değil ama tüm o yorgunluğu bedeninden çıkıyor. Sebepsizce burnundan gelen kanı bile umursayamaz çünkü düşerse bir daha kalkamayacağının farkında... Bütün bu mücadeleye rağmen yemek için dahi para harcayamıyor, yakınındaki bir lokantanın artıklarıyla karınlarını doyuruyorlar. Dayanışma içinde olduğu tek kişi ve bana göre filmin en olumlu karakteri, yemeklerin geldiği lokantada çalışan Remzi (Remzi Pamukçu). Zeynep iyice dara düşüp çare bulamayınca üç kuruş paraya Edirne'de bir tekstil atölyesinde çalışmayı kabul ediyor ve kendi gibi çaresiz kadınlarla balık istifi bir şekilde bilinmeyene yolculuğu başlıyor. (Filmin bu sahnesini yanımda oturan arkadaşlarım abartılı bulmuştu. İki gün önce bir haber bülteninde 20 kişilik minibüste seyahat eden 50 işçi kadını görseler ne derlerdi acaba?)Zerre'yi çok sevmemin bir sürü sebebi var. Türkiye'de fason üretim yapan tekstil atölyelerinde çalışan işçileri gösteriyor bize, ayrıca yönetmen sineması yaparken de perdede oynayan şeyin seyircinin ilgisini çekebileceğini ispatlıyor. Daha ilk denemesinde yetkin bir oyuncu yönetimi hissettiriyor. Bunu da nereden çıkardın derseniz, oldukça abartılı performanslarını izlediğim Rüçhan Çalışkur'un bu filmde karakterinin sınırları iyi çizilmiş anne performansını örnek gösterebilirim. Jale Arıkan her zamanki gibi çok iyi, filmden önce, "şu oynasa" derdim belki ancak izleyince Zeynep rolü için başka bir isim düşünemedim. Son olarak, Zerre, minimalist sinemanın sadece yavaşlamaktan ibaret olduğu ve iyice klişeye bulanmış "festival filmleri" alanında taptaze bir nefes oluyor.
Filmin afişinde Tuncel Kurtiz'in "Yılmaz Güney Zerre'yi izlese çok severdi" sözü yer alıyor. Buna ben de bir ekleme yapabilirim. Yılmaz Güney izlese hem çok sever, hem de bu kadar sahipsiz bırakmazdı. Erdem Tepegöz ve filminin seçkin sanat çevrelerinde görmezden gelinmeye çalışıldığı gibi bir izlenime kapıldım, neyse ki film çok iyi de o engellemeler bir şekilde aşılıyor. Bu duygusal barajın sebebi sanırım Zerre'nin hikayesinin festival seçicilerine/jürilerine yaranacak kadar politik ötekileştirme içermemesi... Sıradan bir insanın hayatta kalma savaşını anlatıyor genç yönetmen, kimseyi ısırma derdinde olmayan ama etinden de parça kopsun istemeyen... No Logo gibi kitaplarda okuduğu Çinli tekstil işçilerinin sefaletine üzülen ama kendi topraklarında ne yaşanıyor bilmeyenler için de epey ayıltıcı bir senaryosu var!
Zerre son yılların en iyi Türk filmi... Tıpkı çok sevdiğim bir Ertem Eğilmez filmi olan "Canım Kardeşim" gibi belgesele varan bir gerçekçilik dozunda ancak kurmacanın tüm imkanlarını kullanmayı da biliyor. Türk sinemasının geleceğinde söz sahibi olacak bir yönetmeni işaret eden, olgun ve gerekli bir sinema çabası. Bildiğiniz festival filmlerinden değil. Bu çabayı yalnız bırakmayın derim.
murattolga@gmail.com / twitter.com/murattolga