Vasataltı bir Derrickson hayal kırıklığı...
Yazar: Kaan KarsanScott Derrickson, korku türünün son yıllarında yaptığı filmleriyle hatırı sayılır türden bir takipçi kitlesi yaratmış bir yönetmen. Her ne kadar yakın zamanda tüm zamanların en kötü yeniden çevrimlerinden birini yapmış olsa da (Dünyanın Durduğu Gün), “Lanet” ve “Şeytan Çarpması” ile belli oranda dikkat çekici korku filmleri yaptığını gözardı edemeyiz. Yaptığı filmlerin –istisnalar kaideyi bozmaz- ortak olarak övgüye mazhar taraflarından biri ise Derrickson’ın atmosfer yaratma becerisi... Farz-ı misal, senaryo düzleminde değerlendirildiğinde akıl-mantık almaz olay örgüsüyle yerden yere vurulabilecek olan Sinister’ın görsel dünyasıyla belli eşikleri aştığı oldukça netti. Derrickson’ın yeni filmi “Bizi Kötüden Koru”ya da benzer noktalardan yaklaşmakta fayda var.
Derrickson bu kez önceki filmlerinden farklı olarak katıksız bir korku filmi yapmıyor. Bunu başkarakterimizin mesleğinden anlamak dahi mümkün. Ralph Sarchie bir dedektif. İşin bu tarafı filme hem polisiye bir damar katıyor hem de az sonra yaşanacak olayların bir dedektif tarafından çözülmesi gerektiğini müjdeliyor. Bu kez meselemiz evini periler basan sıradan insanlar ya da içine kötü bir ruh kaçmış genç bir kadın değil. New York’ta ardı arkası kesilmeyen tuhaf olaylar baş gösteriyor. Anlaşılmaz yazılar, simgeler ve daha önce benzeri pek görülmemiş türden bir gizem polisle ‘kötülük’ mefhumunu karşı karşıya getiriyor. Sarchie ve ortağı da konvansiyonel metotlarıyla çözemeyecekleri bu karmaşıklığın kilidini açmaya çabalıyorlar.
“Bizi Kötülükten Koru” uzun bir süre boyunca saf polisiye türüne göz kırpan bir süre sonra da korku türüne bulanan bir film. Ne zaman ki işin içine rahipler ve şeytan çıkarma seansları giriyor; işte o vakit işin rengi değişiyor. Derrickson, önceki filmlerinde olduğu gibi, ilk olarak karanlık bir görsel dil tutturmaya çabalıyor. Bunu da görsel dili her fırsatta “karartarak” yapıyor. İki saatlik filmde güneş ışığını gördüğümüz anların sayısı parmakla sayılabilecek denli az. Derrickson’ın klostrofobi hissini güçlendirme hevesi de filmi iyiden iyiye kapalı mekanlara sıkıştırıyor. Yönetmen, sinemanın en eski metotlarıyla izleyenini boğmaya ve sıkıştırmaya çabalıyor
Ancak iki saat boyunca ‘dayatılmış’ olan bu karanlık, bir türlü ‘korku’ yaratmaktan ziyadesiyle aciz. Zira filmin görsel dili o kadar basit yollardan hesaplanmış ki, sağlamasını yapmak da bir o kadar kolay. Daha önce defalarca korktuğumuz, korka korka tükettiğimiz ve nihayet tükendiğimiz “şeytan çıkarma” mevzusunu kullanmak için artık çok daha yaratıcı hamleler gerekiyor belki de. Derrickson’un filmi mevzusuna onu polisiye bir tabana oturtmak dışında hiçbir şey katmıyor. Daha fazla adam, diyalog ve koşuşturmaca gördüğümüz kesin; ancak filmin ‘korkutmak’ ve “kendini taze kılmak” için tasarladığı hiçbir modelin tutmadığı da bir o kadar aşikar.
Peki kariyerini genelde daha majör işlerde oynamak üzerine kurmuş olan Eric Bana’nın her yönüyle vasat altı olan bu filmde yer almasını neyle açıklayabiliriz? Cevap basit: Merak. Eric Bana, filmde de görüldüğü üzere, mistik olayları çözmek üzere atanmış bir dedektif rolünü canlandırmaya oldukça hevesli... Ancak filmi ciddiye almak konusunda yaşadığımız zorluğu Eric Bana’yı ciddiye almak konusunda da yaşadığımızı söylemeliyiz. Sözün özü, Eric Bana özel olarak kötü bir performans sergilemiyor ancak filmin fenalığı içerisinde kaybolup gidiyor.
“Bizi Kötülükten Koru”, kolayca tüketildiği süre zarfında ne korkutmayı ne de eser miktarda heyecan uyandırmayı başarıyor. Yine de türün iflah olmaz koleksiyonerlerine önerelim, gitsin...