Hesabım
    Çanakkale Çocukları
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,0
    Yetersiz
    Çanakkale Çocukları

    Sinema da sağ olsaydı?

    Yazar: Duygu Kocabaylıoğlu

    Filmografisinde genelde birbirine benzemeyen işler görmeye alıştığımız Sinan Çetin, 2010 yılında çektiği politik dram Kağıt'tan sonra, son filmi Çanakkale Çocukları ile tekrar sinema seyircisinin karşısına çıkıyor.

    "Bir annenin çığlığı savaşı durdurabilir mi?" ve "Evlatlar da sağ olsun" gibi alt önerme-sloganlarla lanse edilen film, bol kanlı bir savaş filmi olmaktan ziyade barışı yücelten bir yapım olma derdinde. En azından yönetmenin kendisi verdiği röportajlarda altını çize çize bunu dile getiriyor. Bu ‘iyi niyeti' sinematografik bir dille ne kadar başardığı ise tartışmanın esas başladığı yer.

    Yönetmen filme getirilecek eleştirilere kısa yoldan "Bu, o annenin rüyası"  diyerek cevap veriyor vermesine ama... İşte ortada koskocaman bir "ama" var. Zira film, Çetin'in kast ettiği rüya (bana kalırsa kâbus) sahnesiyle açılıyor ve beyazdan kırmızıya dönen çarşaflarla, Bir Zamanlar Anadolu'da filminden beri yakın zamanda, yerli sinemamızda seyrettiğim en etkili görsel anlatımlardan birini sunuyor izleyiciye. Afişteki isimleri kapatsanız "Orta Avrupa sinemasının tipik simgesel üslubu" derdim; keşke o kulak tırmalayan 21.yy. Türkçesiyle yazılmış özensiz diyalogları duymasaydım. ‘Festival filmlerinin minimalistliği seyirciye ağır geliyor' diye kimi zaman eleştiriler oluyor fakat bu filmdeki diyalogları duyacağımıza ilk 10 dakikada karakterlerin birbirlerine sessizce bakışmasını görmeyi tercih ederdim. En azından çarşaflarla örülü bahçedeki kâbus sahnesinin bütünlüğü korunsaydı. Bu noktada belirtelim ki Sinan Çetin filmin yönetmeni, yapımcısı, senaristi ve görüntü yönetmeni. Kısacası, gene her şeyi kendisi.

    Maalesef filmin tek "aması", öykünün geri kalanında da şahit olduğumuz ve çoğunlukla iki kardeş arasında geçen kulak tırmalayıcı diyaloglar değil.  Filmin %90'ının geçtiği savaş alanı, dekor açısından inandırıcı ama mekân kullanımı açısından gözü rahatsız eden bir duygusu var. Bu noktada "yönetmen filmi evinin önünde çekerse olacağı bu" gibi saçma önermelere girmeyeceğim. Bir yönetmen doğru mekân kullanımı olarak nereyi uygun buluyorsa o, onun tercihidir. İster kendi evinde çeker, ister milyon dolarlık set kurar. Plato Film'in sahibi de olsanız sinema biraz da bütçe işidir; evini ya da milyon dolarlık seti doğru anlatım diliyle kullanabilmektir zaten marifet olan.

    Filme dönersek, en yakın Çanakkale hatıramın 10 yıl öncesine dayandığı ve de tarihçi olmadığımdan dolayı mekân konusunda "İki düşman askerinin karşılıklı siperi bu kadar yakın olur mu, olmaz mı?" tartışmasına giremeyeceğim, fakat 4 başkarakterin oyunculukları daha uyumlu olsaydı belki mekân duygusu detayını gözardı edebilirdim. Filmde, Çetin'in eşi de olan Rebekka Haas anneyi, Orfeo Çetin (Osman) ve Rafael Cemo Çetin (James) birbirini savaş alanında öldüren iki kardeşi canlandırıyor. Aslında görüntü yönetmeni olan Rebekka Haas, Çetin'in önceki işlerinde de yapımda yer almış bir isim. Oğul Çetinler ise yurt dışında oyunculuk eğitimi alıyorlar(mış.) Aile boyu sinema dedikleri bu olsa gerek diyor ve "bir anne ve savaştan kurtarmaya çalıştığı oğulları" üçgeninde kendi ailesinin sinerjisini kullanmayı seçtiği için yönetmene şapka çıkartıyorum! Rebekka Haas canlandırdığı Katherine'e tüm annelik duygusunu hiç sakınmadan geçiriyor, sanki gerçekten oğulları Orfeo ve Cemo'yu savaştan canlı kurtarmaya çalışıyormuş gibi ama eksik kalan oyuncu yönetiminden annelik rolü de nasibini alıyor. Her daim kendisinden beklenenin fazlasını veren Haluk Bilginer ile Haas arasındaki uyumsuzluğa ise hiç girmeyeceğim.

    Sonuç olarak filmin yola çıktığı duygu çok güçlü; elbette vatan sağ olurken evlatlar da sağ kalsın ama arada sinemanın salt araç değil başlı başına bir sanat olduğunu unutmadan, kısacası sinemayı öldürmeden barış isteyelim. Tellere takılan zavallı, yaralı Anzak askeri gibi bağırmak istiyorum: "Neden sinema?"

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top