Hesabım
    Çanakkale 1915
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    1,5
    Kötü
    Çanakkale 1915

    Sezonun Çanakkale filmleri, varan iki...

    Yazar: Ali Ercivan

    Bu sezon seyredeceğimiz Çanakkale Savaşı konulu filmlerin ikincisi vizyonda. Sinan Çetin'in eşi, oğulları ve birkaç dostuyla arka bahçesinde çektiği büyük fiyasko Çanakkale Çocukları'na daha dakika bir gol bir, prodüksiyon avantajıyla üstün gelen Çanakkale 1915.

    Turgut Özakman'ın Diriliş adlı kitabından bizzat senaryolaştırdığı film, bol görsel efektli bir savaş filmi olma iddiasını taşıyor. Özellikle düşman savaş gemilerine dair hemen her şey efektlerle yaratılmış. İçlerinde inandırıcı olanlar kadar, sırıtan da var. Ancak neticede bu bir detay... Hiçbir filmi efektlerinin kalitesi üzerinden değerlendirmeyelim.

    Çanakkale 1915, bir avuç karakterin başlarına gelenleri takip ederek bir ayı aşkın süre içerisinde Çanakkale'de yaşanan tüm muharebeleri, tüm çatışmaları sanki özetler halinde ve bir tarih kitabı üslubuyla perdeye aktarıyor. Önce cepheye giden askerler, cephede kahramanlık nutukları çeken subaylar, sonra da ardı ardına türlü kahramanlıklar izliyoruz. Hepsi kısa kısa... Bazı kilit aşamaları siyah üstüne yazıyla geçerek... Hiçbir karakterin derinine inmeden...

    Yer yer "Kürdüyle Türküyle biz biriz, bakın eskiden ne güzel omuz omuza savaşıyorduk" mesajlarını da işin içine katarak, temelde seyircisinde ordu ve Kemalizm coşkusu yaratmak sanki filmin derdi. Hani nerdeyse, tek bir filmle Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşayan tüm farklı kimlikleri, grupları ve görüşleri barıştırıp biraraya getirebileceğini düşünüyor. Bunun yeterince üstüne gidersek belki olur diyor perde arkasında birileri sanki.

    Fakat etkili bir film öyküsü yaratamadan, sadece ardı ardına nutuklar, anekdotlar ve mesajlar sıraladığınızda, seyirci aslında hiçbir şey için coşmaz. İşin politik tarafı bir yana, Çanakkale 1915'in bir film öyküsü yok en başta. Çanakkale'de yaşanan tüm muharebeleri, zaten ezbere bildiğimiz her türlü detayıyla sıralıyor sadece. Eldeki senaryoyu olabildiğince sinema haline getirmek için, yönetmen Yeşim Sezgin aklına gelen her numaraya başvuruyor. Talihsiz olan, bu numaraların da çoğunun ezbere bildiğimiz çeşitli savaş filmlerinden esinlenmiş olması. Er Ryan'ı Kurtarmak (Saving Private Ryan), Pearl Harbor, Cesuryürek (Braveheart) gibi filmleri bayağı etüd ettikleri belli. Neredeyse birebir alınmış sahneler ve fikirler yanında, filmin en sık karşımıza çıkan tema müziği de Cesur Yürek'in "leit-motif"lerinden biriyle neredeyse aynı. Halbuki bunlara hiç gerek olmadığının ispatı da bizzat filmin içinde mevcut. "Çanakkale İçinde" gibi türkülerin kullanıldığı montaj sekanslar, filmin seyirciden duygusal reaksiyon almayı başarabilecek yegane kısımları. Çünkü bizdenler. Filme sahicilik katıyorlar.

    Turgut Özakman, veya en doğrusu, onun yerine mesleği senaryo yazmak olan başka biri,  Çanakkale Savaşı üzerine "her şeyi" olabildiğince hamasi bir üslupla aktarmak yerine, bütün bunların içinde bir film öyküsü arasaymış keşke. Sadece Veli ile Mehmet Ali karakterlerine odaklansaymış mesela... Veli ile sağlıkçıların yanına kadar sırtında taşıdığı yaralı subayın öyküsü, gayet sağlam ve etkili bir mini öykü aslında. Veya şu haliyle lüzumsuz bir fazlalık olan İstanbul'daki hemşire kadınların filmini yapsalarmış yalnızca. Tek bir öykü seçip bunları iyi çizilmiş karakterlerle derinlemesine, hakkını vererek anlatsalarmış keşke. Bir dramatik yapı kurmayı deneselermiş. Zamanında onca laf ettiğim Fetih 1453 bile o gülünç senaryosuna rağmen bir film öyküsüne sahipti. Bunu oluşturması gerektiğinin farkındaydı.

    Filmin başlarından şöyle örnek bir sahne anlatayım: O çok bilinen, Seyit Onbaşı'nın top mermilerini sırtında taşıması sahnesi. Ufuk Bayraktar tarafından canlandırılan Seyit Onbaşı, çaresiz kaldıkları anda mermileri sırtına yükletip tek başına taşıyor ve söz konusu çarpışmadaki zafer onun bu kahramanca çıkışı sayesinde geliyor. Hep söylenen, yazılan bu. İzlediğimiz sahne de bu. Resmi tarihi her şeyiyle peşinen doğru kabul ediyorsanız, tarihsel açıdan belgesel kesinliğinde bir sahne yani. Daha ne olsun? Şimdi bu sahneden aldığınız duygu, bu sahneyi hangi hislerle izlediğiniz zaten benim filme dair görüşlerime katılıp katılmayacağınızı da belirleyecektir. Çünkü benim perdede izlediğim şey şu oldu: Yaklaşık on metre boyunca taşınması gereken çok ağır mermiler var. Her nedense o on metre boyunca hızlı bir şekilde taşınmaları mümkün değil. Neden diye sormayın, ben anlamadım. Film bunu izah etmeye çalışmıyor. Neyse... Seyit Onbaşı tam üç mermiyi ağzından burnundan kanlar gelerek taşıyor. Pek hızlı bir şekilde değil ama vaktinde ulaştırmayı başarıyor. Mühim olan bu. Ve o sırada çevresinde bir alay asker var. Belki 10, 15 kişi. Belki daha fazla. Lakin hayranlıkla onu izleyen bu askerlerin teki bile mermilerin bir ucundan tutmuyor. Kıllarını kıpırdatmadan aval aval bakıyorlar. Hem de ağır çekimde.

    Çok samimi söylüyorum, neden beşerli altışarlı gruplar halinde o mermileri elbirliğiyle şipşak taşımıyorlar da öylece durup Seyit Onbaşı'nın kendini paralamasını seyrediyorlar, ben bunu anlamıyorum. "Ama olay böyle yaşanmış, gerçeği bu" demeyin bana. Kastım, bunun bir film sahnesi olarak işlemediği. İnsana böyle bir şeyin belki de hiç yaşanmadığını, kulaktan kulağa abartılarak anlatıldıkça bu hale gelmiş bir efsaneden fazlası olmadığını düşündürtecek denli etkisiz bir film sahnesi bu. Ve bizden seyirci olarak bu sahneyi coşarak, tüylerimiz diken diken, hatta belki ağlayarak seyretmemiz bekleniyor.

    Şimdi siz gerçekten coşarak, tüyleriniz diken diken, hatta belki ağlayarak seyretmeye hazırsanız söz konusu sahneyi (ve filmin içindeki nice benzerlerini) bana söyleyecek pek bir şey kalmaz. Gidip Çanakkale 1915'i görün, memnun kalacaksınız derim. Fakat hamaset edebiyatına karnınız toksa ve inandırıcı bir savaş filmi seyretmek istiyorsanız, lütfen anlayış gösterin, bu filmi size tavsiye edemem. Bu filmin Sinan Çetin'in filminden daha iyi olması ise maalesef yeterli değil.

    Twitter: aliercivan

    Youtube: Paralel Kurgu

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top