Hesabım
    Carol
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,5
    İyi
    Carol

    Kısa tesadüflerden doğan aşk

    Yazar: Ali Ercivan

    Todd Haynes’in 2002 tarihli filmi Cennetten Çok Uzakta (Far from Heaven), Douglas Sirk filmlerini hem öyküleri hem de biçemiyle perdede yeniden yaratmaya girişen bir yapımdı ve bu niyetten türeyen üslubu sıklıkla “fazla akademik” bir yaklaşım olarak nitelenmişti. Burada kast edileni, Haynes’in filmin öyküsüne hizmet eden bir sinema dili geliştirmektense, üniversitelerde karşılaştırmalı derslere konu edilebilecek bir biçim denemesine odaklanması olarak özetleyebiliriz sanıyorum. O filmin, hatta genel olarak tüm Todd Haynes filmlerinin, Oscar gibi popüler ödüllerde beklentilerin altında varlık göstermesi de hep buna bağlana gelmiştir. Haynes’in üslubunun, filmlerini soğuk ve duygusal olarak kolay ilişki kurulamaz hale getirdiği, dolayısıyla ana akım sinemadan özdeşleşme ve katarsis bekleyenleri kendinden ittiği düşünülür. Bu “fazla akademik” tanımı artık Haynes’in filmlerini yaftalamanın kolaycı bir klişesine dönüştü hatta. Geçen sene Cannes Film Festivali’nde ilk kez görücüye çıktığından beri Carol için de benzer şeyler çok dile getirildi. (Kendince bir haklılık payı herhalde var ki Carol da geçtiğimiz haftalarda Oscar ödüllerinden beklenenin altında adaylıkla çıktı, En İyi Film ve Yönetmen kategorilerine yine giremedi…)

    Bu tiriviri ödül muhabbetine değinmemin tek sebebi, Haynes’in sinemasına dair çokça dile getirilen bir yargıya dayanak olarak kullanılması. Haynes’in acıklı bir aşk öyküsü anlatırken bile seyirciyle belli mesafeyi koruyan, sinema tarihine referanslarla süslü, hesaplı ve şekilci üslubu, onu özel kılan ama genel seyirci profilinden de uzak tutan unsur. Ve Carol’ın hem gücü hem de eksik tarafları bu noktadan kaynaklanıyor aslında.

    Öncelikle Todd Haynes’in yine bir sinema tarihi referansıyla yola çıktığını belirtmek gerek. Usta İngiliz yönetmen David Lean’in olağanüstü güzellikte bir aşk hikayesi anlatan 1945 yapımı Kısa Tesadüfler (Brief Encounter) filmine daha ilk sekanstan itibaren saygı duruşunda bulunuyor Carol. Kısa Tesadüfler’in anlattığı hüzünlü aşk hikayesi, bir tren istasyonunda karşılaşıp aşık olan ve her hafta sadece bir gün kendi eşlerinden, ailelerinden kopup bir hayalin peşinden gidebileceklerine inanan iki insan hakkındaydı. Heteroseksüel bir çiftti oradaki ama onların öyküsü aslında homoseksüel bir çift için çok daha güçlü dramatik çatışmalara kapı açacak cinstenmiş belli ki... Patricia Highsmith’in The Price of Salt adlı romanını senaryolaştıran Phyllis Nagy ve yöneten Todd Haynes, Kısa Tesadüfler’e birebir referanslar içeren sahneler de kurarak, sinema tarihinin en güzel aşk filmlerinden birini kendi metinlerinin dünyasına şık bir şekilde bağlıyorlar.

    Haynes ve Nagy’nin karakterleri Carol ile Therese… Yönetmenin Vivian Maier’den esinlendiğini gizlemediği, fotoğrafa meraklı genç Therese, öykünün başladığı noktada bir oyuncakçı dükkanında çalışıyor. Küçük kızına Noel hediyesi almak için mağazaya gelen Carol’la işte bu vesileyle tanışıyor. Tatil alışverişi sebebiyle kalabalık olan mağazada, birbirlerini uzaktan gördükleri ilk anda başlıyor aşkları. Erkeklerin peşinde pervane olduğu Therese, kedi kediyi tanır misali, girdiği her mekanda aynı cinsel yönelimi paylaştığı insanları fark ediyor veya onlar tarafından fark ediliyor zaten. Evli ve çocuklu olmasına rağmen genç yaşlarından bu yana aslen kadınlara ilgisi olduğunu anladığımız Carol ise ne istediğini bilen, daha güçlü bir karakter. İkisi de kalabalıkların içinde görünmezler. Ama onları tanıdıkça, yüzeydeki hallerine tezat oluşturan öykülerini öğreniyoruz. Carol’ın üzerinde boşanmaya çalıştığı kocasının yoğun bir baskısı var ve bu onun göründüğünden çok daha zayıf olmasının sebebi. Therese ise ilk anda zannettiğimizden çok daha cesaretli. Carol’ın mağazada unuttuğu eldivenlerini adresine göndererek ilk adımı atan o ne de olsa… Yalanlar üzerine kurulu ilişkilerden sıkılmış, gerçek aşka hazır olduğu için muhtemelen.

    Tabii 1950'lerin atmosferi ve Carol’ın kocasının yol açtığı sürekli tehdit unsurları, iki kadının arasına giriyor. Her eşcinsel aşk hikayesi gibi trajik bir yola sürükleniyor onların macerası da... Her şeye ve herkese başkaldırıp birlikte mutluluğu bulup bulamayacakları ise onların direnme gücüne bağlı...

    Carol hem ustalıkla kotarılmış çok zarif bir aşk filmi hem de sinefiller için keyif verici detaylarla süslü... Ama diğer yandan Todd Haynes’in biçimle çok uğraştığı ve duyguyu biraz es geçtiğini de kabul etmek gerek. Gözyaşı satan damar bir aşk filmi olmamak da son derece haysiyetli bir tercih muhakkak ama film izleme alışkanlıklarımız ve sinemadan beklentilerimize göre, o aşkın ıstırabını iliklerimizde hissedememek hepimize yetmeyebiliyor işte. Cate Blanchett ve Rooney Mara elbette çok iyi mesela ama her ikisi de o kadar ekonomik, o kadar az oynuyorlar ki... Karakterlerle aramızdaki ince, şık tül perde bir türlü kalkmıyor. Bu da aslında Carol’ı, çoğu Todd Haynes filmi gibi, hayranlık uyandıran ama uzun süre akılda kalmayan bir deneyime dönüştürebiliyor. Naçizane fikrim...

    Twitter: aliercivan

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top