Sezar'ın hakkı Sezar'a...
Yazar: Fırat AtaçGöreceli olarak sessiz sedasız bir şekilde karşımıza çıkarak 'Maymunlar Gezegeni' evrenine saygınlığını geri kazandıran Rise of the Planet of the Apes, içerdiği bilimkurgu tonu olabildiğine basit kurgulanmasına rağmen sınıfı geçmeyi başarmıştı. Hikayesini alzheimer hastalığının çaresini bulmak için çırpınan bilimadamı ve deneklerinden birinin yavrusu Caesar üzerinden kurgularken aile filmi sınırlarında gezinen Rise of the Planet of the Apes, finale doğru temposunu arttırmış, 'insan şiddetine karşı ayaklanan maymunlar' ve 'çaresiz kalan insanlar'ı haklı olanın tarafında durarak karşı karşıya getirmişti. Gidişat, sonraki filmlerde yaşanacak olası bir maymun devrimi konusunda bize ipuçları veriyor ve keyfimizi iki katına çıkarıyordu.
Rupert Wyatt'ın devam filminde kamera arkasında olmayacağının açıklanmasından sonra kafalarda soru işareti yaratan Dawn of the Planet of the Apes, koltuğa Matt Reeves'in oturmasıyla şüpheleri ortadan kaldırmıştı aslında. Gelmiş geçmiş en iyi buluntu filmlerden biri olan Cloverfield ve dört başı mamur Let the Right One In yeniden çevrimi Let Me In ile yeteneğini ispatlayan Reeves, ilk büyük bütçeli projesiyle A klasmanına yükselebiliyor mu peki? Cevap; kesinlikle evet!
Dawn of the Planet of the Apes, ilk filmin bitiminin on kış sonrasında başlıyor. Liderleri Caesar önderliğinde kendilerine ait bir dünya yaratan maymunlar, dışarıdan gelen insan tehditleri gün geçtikçe azaldığı için oldukça mutlular. İnsanların tarafında ise durum vahim. Maymunların zekileşmesine yardım ederken insan bedeni üzerinde olumsuz etkiler gösteren ALZ 112, Simian gribinini yaratarak tüm dünyayı yerle yeksan etmiş. Hayatta kalan çok az sayıda insanın hastalığa karşı genetik bağışıklığı var ancak yakıtları tükenmek üzere. Yakıt tükenmesi elektriksizlik, elektriksizlik başka türlü bir ölüm demek. Tek çareleri maymunların yaşadığı bölgede bulunan barajdan elektrik elde etmek ki bu durum dostça da olsa düşmanca da olsa problem yaratacak. Takdir edersiniz ki iki tarafın geçmişinde birbirleriyle ilgili pek iyi anıları yok.
Filmin birden fazla yerden gerilim yaratma konusunda büyük bir başarısı var. Maymun-maymun, insan-maymun ve insan-insan arasındaki zekice derecelendirilmiş tansiyon artışı hiç bir anda dikkat dağınıklığına izin vermiyor. Caesar'ın eski dostu Will'le farkına vardığı dostluk kavramı insanlara bakış açısında 'yumuşak karnı' temsil ederken, bir diğer söz sahibi maymun Koba kendisine edilen işkenceleri unutmamış görünüyor. Güven meselesi filmin her yanına tesir eden en önemli unsur. Caesar güvenmek istiyor, Koba güvenmiyor, insanların bir kısmı güven veriyor, bir kısmı vermiyor. Dawn of the Planet of the Apes bu noktada ilk filmden farklı bir yere konumlanıp maymunların yanında durmak yerine iki tarafta da kötü tohumların olduğunu gözümüze sokuyor. Doğru bir yaklaşım olduğu kadar biraz da orta yolcu, zira ilk filmin en sevdiğimiz tarafını hafifletiyor. Evrim, devrime dönüşemiyor.
Serinin geçmişteki örneklerinin kölelik ve Afro Amerikan devrimine olan metaforik yaklaşımları yerine daha hafif siklet sadakat, intikam, aile ve insan olmayı yerleştiren Dawn of the Planet of the Apes, biraz silahlanma karşıtı görünse de politik anlamda sessizliğini korumayı tercih etmiş bir film. Yaz blockbusterı olduğunu kabullenmemiz halinde bizleri memnun edebilecek diğer tüm birleşenlere sahip olması bu konudaki eksiklerini çabucak kapatıyor, hatta unutturuyor.
Başrollerini dijital yaratımların paylaştığı bir filmin, bu yaratımlardan büyük oyunculuk performansları alabilmesi ender rastlanan bir durum. Karakter olmanın bütün gerekliliklerini yerine getiren maymun ahalisi, Weta'nın mükemmel işçiliğinin kusursuz sonuçları olarak ağzımızı açık bırakıyorlar. King Kong ve Gollum'un birer 'denk gelme' ya da 'tesadüf' durumu olmadığı bir kez daha bize hatırlatılıyor. Biraz daha ileri gitmemi ister misiniz? Caesar hareket yakalama tarihinin en büyük başarısı bile olabilir.
Bir maymun düşünün ki; O'nu son gördüğümüzden bu yana yaşlansın ve tecrübelensin. Her mimiğinde hayatın omuzlarına yüklediği ağırlıktan dolayı yorulduğunu ama lider olduğu için bunu çevresine çaktırmamayı uygun gördüğünü hissettirsin. Oğlunun ergenlik dönemi, ailesini koruma içgüdüsü, diğer maymunlara örnek olma sorumluluğu ve bütün bunların yaşattığı hissiyatların gözlerindeki yansıması. Bir oyuncudan bahsetmiyorum, bu bir efekt mucizesi.
Matt Reeves'in kendini Caesar'ın arkasına saklama şansı var. Ama o, yüksek standartlardaki görsel dünyanın yönetmenliğinin önüne geçmesine izin vermiyor. Bazı anlarda yarattığı melankolik atmosferle duygusal alt metnin hakkını verirken gergin bir dikkatlilik içerisinde olduğunu farkediyor, şova kaçmadan yaptığı bazı hamlelerle de görsel şöleni desteklediği için kendisine teşekkür ediyorsunuz. Koba'nın bir tankı ele geçirdiği an başlayan 360 derecelik kamera hareketi bile serinin bundan sonraki filmlerini Reeves'e emanet etmek için yeterli sebep. (edildi de zaten.)
Son tahlilde Dawn of the Planet of the Apes, kimi anlarında epik olmaya yaklaşan oldukça başarılı bir blockbuster. Keşke izleyicisi gibi gözlerini karartarak maymunların yanında olup bize 'kimsenin birbirinden farkı yok' önermesiyle gelmeseydi. Unutmadan...'savaş yaklaşıyor'.
firatatac.com