Not: Bu yazıda filmle ilgili bazı sürprizlerden (spoiler) bahsedilmektedir.
Ferzan Özpetek cephesinde değişen bir şey yok. Yeni filmi Şahane Misafir (Magnifica Presenza) ile ilgili en bariz saptamalardan biri, dejavu hissi verdiği olacaktır. Öykü ve karakterler farklı olsa da yine benzer temalar ve araçlar etrafında dönüyor çünkü Özpetek. Bunlara kendisi üzerine hazırladığımız dosyada değinmeye çalıştık.
Şahane Misafir, hayatını bir fırında/pastanede kruvasan yaparak kazanan Pietro'nun öyküsünü anlatıyor. Pietro, aşık olduğu adamın peşinden Roma'ya gelmiş, uzun vadede oyunculuk yapma hayalleri kuruyor. Kuzeninin yardımıyla kendine bir daire tutuyor. Yalnız yaşamaya alışık olmadığından, bu onun için yeni bir hayatın başlangıcı. Ancak takıntılı ve hayal dünyasında yaşamaya fazla meyilli biri Pietro. Şimdi böyle birinin başına gelebilecek en talihsiz durum, yeni evini bir grup hayaletle paylaşmak herhalde.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ünlü bir tiyatro kumpanyası olan Apollonio grubu, o zamanlardan beri bu evin içinde mahsur kalmış. İşin kötüsü, ölü olduklarının veya ne kadar vakit geçtiğinin farkında değiller. Dışarıda hala bir savaşın sürdüğünü zannediyor, yakınları için endişeleniyorlar. Pietro da onlara yardım edebilecek tek kişi.
Özpetek, hayaletli ev filmi kalıplarını kendi temalarıyla birleştirip keyifli bir komedi/drama çıkarıyor ortaya. Pietro'nun özgüven sorunlarını yenmesi ama bu sırada çevresindekiler tarafından deli muamelesi görmesi, tiyatro grubunun geçmişine dair esrar perdesinin aralanması, pırıl pırıl bir işçilikle aktarılıyor perdeye. Özpetek'in, ilk filmlerindeki anlatım problemlerine artık rastlamadığımız, özellikle bir zanaatkar olarak iyice ustalaştığı kesin.
Şahane Misafir'in tek sıkıntısı, senaryonun ilerledikçe yan öykülerin ağırlığıyla sarkmaya başlaması. Travesti ve transeksüellerin çalıştığı, Sezen Aksu şarkısıyla hepten coşup bambaşka bir dünyaya dönüşen trikotaj atölyesi sahnesi mesela, filme pek hizmet etmiyor. Pietro'nun psikolojik tedavi için hastaneye yatırılması da bunlardan biri bence. Bu gibi bazı fazlalıklar, bizi ana duygudan uzaklaştırıp filmin odağını bulanıklaştırıyor.
Senaryonun biraz daha kırpılma ihtiyacı dışında, ortada gayet eğlenceli bir gişe filmi var. Apollonio tiyatrosu oyuncularının sonu ölümle bitmiş özgürlük mücadelesi ve buna sebep olan kişi üzerinden, hayatta "salt" sanattan daha önemli şeyler olduğunu söyleyip kendince politik bir tavır da alıyor. Ferzan Özpetek'in uzun süreden sonra Türkiye'de seyirciyle en çok buluşacak filmi olabilir Şahane Misafir. Tabii Cem Yılmaz faktörü de bunda etkili olacaktır.
Cem Yılmaz filmde kilit bir rolde oynamıyor. İtalyan bir kadınla evlenip Roma'ya yerleşmiş olan Yusuf, hayaletlerden biri sadece. Diğerlerinden daha fazla komedi sahnesi yazılmış tabii ona ama yine de yan bir rol (O yüzden alıştığımız Cem Yılmaz gişesini beklemeyin bu filmden). Cem Yılmaz, zaten istisnasız başarılı bir oyuncu kadrosu içinde, üstüne düşeni layıkıyla yerine getiriyor. Bu arada son derece düzgün bir İtalyanca ile oynuyor olması da takdire şayan. Ancak filmin yıldızı, başroldeki Elio Germano. Vücut dilinden mimiklerine kadar, gerek komik gerekse duygusal sahnelerde dört dörtlük bir performans veriyor oyuncu.
Neticede keyifli bir seyirlik Şahane Misafir... Pietro'nun komşusuyla arasında başladığını sezdiğimiz yakınlaşmayı ille bir finale bağlamaya gerek duymaması, seyirciye kafasında tamamlayacağı bir şeyler bırakması da Özpetek'in ne kadar rahat ve kendine güvenen bir öykücü olduğuna yorulabilir. Ancak Ferzan Özpetek'in düzgün gişe filmlerinden daha fazlasını yapmasını isteriz artık, henüz bu anlamda yeterince önemli bir çabasını görmedik. Filmleri özellikle bizde eskisi kadar ilgi görmüyorsa, bunun sebebi hep aynı sularda dolanması da olabilir.