Hesabım
    Pislik
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Pislik

    Film için, "zeki ama çalışmıyor" denebilir...

    Yazar: Kaan Karsan

    Britanya yeraltı edebiyatının önemli yazarlarından Irvine Welsh’in eserlerinin sinemayla münasebeti Danny Boyle’un çok sevilen filmi Trainspotting ile başladı, malumunuz. Danny Boyle’un Trainspotting’deki en büyük başarısı, Irvine Welsh’in romanlarındaki sonuçsuzluk, çaresizlik ve yargısızlığı çok iyi bir şekilde anlamasıydı. Trainspotting, bir anlamda ele aldığı kültür çevresine dair hiçbir önermede bulunmuyor; sadece her şeyin nasıl yürüdüğüne dair bir portre çiziyor ve bu portreyi hiçbir şekilde sakil hale getirmiyor, bilakis eğlenceli bir kılıfa sokuyordu. Filmin bu büyük ve değerli çelişkisi Trainspotting’i önemli yapmaya yeter de artardı.

    Irvine Welsh külliyatından daha sonra sinemaya uyarlanan önemsiz birkaç film ve kısa filmden sonra, ikinci kez yazar iddialı bir şekilde perdede. Bu kez filmimizin adı Filth/Pislik. Filth, ortalama değer yargılarına göre baktığımızda ‘korkunç’ bir polisin hikayesizliğini anlatıyor. Tıpkı Welsh’ün çoğu eseri gibi, net bir başlangıcı ve net bir sonucu olmadığı aşikar. Başkarakterimiz Bruce, çevresine karşı büyük bir nefret besleyen, bencil ve kaba bir adam. Hayatını uyuşturucu ve seks ekseninde yaşıyor; iyi ve kötü kavramlarının derinliğine dair hiçbir güdülenmesi yok. Ya da öyle zannediyor. Pislik de Bruce’un yaşadığı bu değerler dilemması üzerine bir film.

    Yazının başında az buçuk bahsettiğimiz Danny Boyle’un ‘anlayışlı’ yaklaşımı Jon S. Baird’in “Pislik”inin en büyük eksiği. Filth, bir yandan oldukça keyifli bir sinema dili tuttururken diğer taraftan apaçık bir durum öyküsünü bir olay öyküsüne dönüştürmek için büyük bir çaba sarf ediyor. Bu hevesle izleyenini filmin ilk anından itibaren inşa ettiği bir sürpriz finale hazırlıyor. İşin kötüsü, bu finali çok önemsiyor. Bu finali önemsemesinin ceremesini ise filmin bütününde çekiyor. Sadece bu finali güvenli hale getirmek için koskoca bir film skeç üstüne skeç yöntemiyle ilerliyor. Böylece seyirci tam olarak ne izlediği hakkında bir fikre sahip olmadan yönetmenin çok güvendiği o final çıkageliyor. Bütün büyü kayboluyor.

    Hikaye anlatma konusundaki bariz bir amatörlüğün getirisi olan bu film yapma formülüne rağmen Baird’in özellikle teknik anlamda başardığı bazı şeyler var. Bunlardan en önemlisi filmin görsel dili. Baird, filmin o fena finali haricinde hiç ciddileşmiyor hatta daha da laubali olmak adına şok edici geçişlerle olmadık anlatım değişikliklerine gidiyor. Kimi zaman bir filmi zayıflatacak hamleler Pislik’in güçlü tarafları. Kısacası, Baird’in görsel dili, senaryodaki başarısızlığının üstünü bir nebze olsun örtmeyi başarıyor.

    “Pislik”ten geriye en çok iz bırakan şey ise James McAvoy’un muhteşem oyunculuk performansı. McAvoy, tartışılmaz bir şekilde kariyerinin en iyi performansını takdim ediyor. Hem de yüzüne ve bugüne kadarki duruşuna ilk aşamada pek de uymayan bir anti-kahraman ile. Rolüne sürekli olarak viski içerek hazırlandığını itiraf eden McAvoy, çin diyalektiğinin (yin yang) insani temsillerinden biri oluyor adeta.

    Uzun lafın kısası, Pislik, kimi taraflarıyla sınıfı geçen ancak genel ortalamada tatmin etmeyen bir film. Hatta Baird’ın yönetimine bakınca film için “Zeki ama çalışmıyor" dahi denilebilir. İleride çalışacağı umuduyla...

    Daha Fazlasını Göster

    Yorumlar

    Back to Top