Hesabım
    Babil
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    5,0
    Kusursuz!
    Babil

    Tüketilebilir ve Arabesk Medeniyet Manzaraları

    Yazar: Bige Akdeniz

    Acı gerçeklerden birazcık uzaklaşmak ve şöyle tadına doyum olmaz kültür çatışmaları izlemek için Borat’ı bekleye duralım, dünyanın arabesk tonuna görüntü çalan, heyecanla beklenen bir film olan Babil vizyonda... A-listesi Hollywood oyuncuları ve de birkaç ülkede birden geçen senaryosu ile oldukça iddialı bir film; tabi bir de birden fazla öykünün kolaj ustası Alejandro González Iñárritu işin başında olunca nefeslerimizi tutuyoruz.

    Her haliyle bir mega proje olduğunu gösteren film, tüm dünyayı kapsamak, Babil kulesinin ayırdığı ırkları, dilleri bir çatı altında toplamak, yani aslında hepimiz aynı geminin yolcularıyız gibi bir mesaja ulaşmaya çalışıyor. Ve aslında bu ayrılığı yaratanın bizim ötekiye, bizden olanlara, hatta kendimize olan bakış açımız olduğu da filmden kolaylıkla anlaşılıyor.

    Ancak hiç beklemeden hemen söylemeliyim, Iñárritu, M.Night Shyamalan’ı gittikçe daha çok andırmaya başladı. Her iki yönetmen de, farklı türlerin, birisi dramın, diğeri gerilimin son dönem büyücüleri gibiler. Büyücüler, çünkü son dönemde sinema tekniğini ve dilini kotarmakta başka yönetmenlere fark atıyorlar. Bu noktada kesinlikle takdir edilmeleri gerekiyor. Ancak bir de dünyaya vermek istedikleri mesajları var... İşte bu açıdan, bu yönetmenler nedense kendi kuyularını kazmaya başlıyorlar. Çok 'farkında' yönetmenler olmaya başlıyorlar, ya da 'bilmiş' mi desek...

    İnsan psikolojisinin, ya da kültürel yaklaşımların dillendiricisi oluveriyorlar... Ne yazık ki bunu yaparken de siyah ile beyaz arasında gidip gelmekten kurtulamama durumu var. İzleyiciyi de siyah ile beyaz arasında pin pon topu gibi oynatırken, bir bakıyoruz ki, vermek istedikleri mesaj(lar)dan geriye gerilmiş sinirlerimiz dışında pek birşey kalmıyor. Ancak çektikleri filmin oldukça yetenek isteyen işler oldukları da su götürmez bir gerçek.

    Babil, gerilimi Hitchcock stili bir ustalıkla sahne sahne uzatan, hatta perdeden taşıran bir film. Gerçekten filmde olup bitene duyarsız kalmanız imkansız. Fas’ın adeta kervan geçmez köyünde ölümle pençeleşen Amerikalı bir kadın, onu kurtarmak için çaresiz kalmış kocası, Meksikalı ve fakir bir bakıcı olmanın çaresizliğinde yaşanan bir hayat mücadelesi ve içindeki boşluğu doldurmak için insan temasına, sevilmeye ihtiyacı olan Japon bir kız...

    Her birinde şimdi ne olacak diye oluşturulan gerilim, filmin finaline dek ayakta tutuluyor. Ancak gerilimin amacı bizim bu durumları iyice içimize sindirmemiz, hatta belki de farkındalığımızın artması ise, ne yazık ki olup bitenlerin tüketilebilir detaylar ve klişeler ötesinde değerlendirmek çok zor. Örnek vermek gerekirse: Amerikalıların yabancılara duyduğu paranoya, ama bir dakika, yardımsever iyi yabancılar da var / aslında Meksikalılar ne kadar yaşamayı seven, bizim gibi insanlar ve onlar da hata yapabilir / Tokyo’da şehir manzaralı bir dairede herşeye sahip olabilirsiniz, ama sevgi bulmak zordur büyük şehirlerde gibi... Bu film, kendi kendisini bu şekilde tüketiyor, bu türden kalıplar üzerinden çıkarımlar yapmayı tercih ederek.

    O yüzden Shyamalan’ın ve Iñárritu’nun daha çok kendi kafalarındaki bir seyirci grubu için film yapan 'artist'ik yönetmenler olduklarını (ya da zamanla buna dönüştüklerini) düşünmeden edemiyorum. Bu izleyici grubunun da hala 'Medeniyetler Çatışmasına Başlangıç' gibi bir derse ihtiyacı oldukları öngörülmüş sanki. Günlük hayatta bunların hepsini ilk elden yaşamış, sorgulamış ve sorgulattırılmış izleyici için bu filmle samimi bir ilişki kurmanın, yönetmenin inandığı mesajlar yüzünden zor olacağını düşünüyorum. Hikayenin kendi doğallığı ile birşeyler telaffuz etme adına oynamak kesinlikle ters tepiyor.

    Görüntü ve müzik seçimini hayranlıkla izlediğim film, tam olarak göz boyayan bir yapım. Kendinizi bıraktığınız ölçüde seyredilebilir oluyor, ama ne zaman kendinize geliyorsunuz, o zaman büyü bozuluyor.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top