San Francisco yıkılıyor. Peki ya film?
Yazar: Fırat Ataç70'lerdeki Irwin Allen seri üretimlerinden sonra daha uzun aralıklarla çekilmeye başlanan, 90'ların ikinci yarısında 'eski günlerine dönme' emareleri gösteren felaket filmleri, 2000'lerden itibaren Roland Emmerich tekelindeki bir zevksizlik sembolüne dönüşmüştü. Yakın tarihte izlediğimiz buluntu film soslu Into the Storm'u saymazsak, son zamanlarda dişe dokunur bir örneğine rastlamadığımız türün son mahsülü San Andreas Fayı.
'Bu sefer ki doğal afet deprem' cümlesi dışında içerik tanımlamasına girmeye gerek görmediğim filmin, her biri karikatür olan karakterlerini tanıyarak açalım bahsi. Los Angeles İtfaiyesi'nin arama kurtarma ekibinden, tecrübeli helikopter pilotu Ray (Dwayne Johnson). İşler sarpa sardığında sıkıntıları çözecek kahramanımız...Ray'in eski eşi Emma (Carla Gugino) ve ikilinin hayatta olan kızı Blake (Alexandra Daddario). Tek bir cümleden çıkarılabileceği üzerine aile daha önce yaşadığı bir dramdan ötürü ikiye ayrılmış. Bu durumda Blake çok önemli bir konumda zira filmin aileyi bir araya getirecek ve bizi heyecana sürükleyecek 'survivor'ı o.
Emma'nın zengin ama kişiliksiz yeni beraberliği, Blake'e felaket zamanlarında yol arkadaşlığı yapacak, büyük olanı aşkı da hikayenin içine katma görevi üstlenen erkek kardeşler ve olacakları haykırsa da sesi çok uzağa gitmeyen jeoloji profesörü (Paul Giamatti)... Süprizbozan vermeden süprizleri bozmak bu olsa gerek.
Post it'lerle oyunculara gönderilecek sadelikteki (!) senaryosunu bir kenara atıp 'bu epik bir felaket filmi ve görsel efekte doymaya geldik' deseniz dahi içerdiği karakter alışkanlıklarından dolayı tek bir noktaya takılıp kalacağı hissediliyor San Andreas'ın. San Francisco teknik anlamda gayet doyurucu bir şekilde yerle bir olurken, yalnızca bu ailenin dertlerinden haberdar olmamız bekleniyor. Perdede gördüklerimiz binlerce ölümün habercisi ancak birilerinin geçmişiye hesaplaşması, ailevi problemlerin ezbere şekilde çözüme ulaştırılması, gençlerin kaos zamanında aşkı bulması her şeyden daha önemli.
Böyle olunca Ray'in daha önce 600 küsür kişiyi kurtarmış bir halk kahramanı olması gereksiz bir ayrıntıdan öteye gidemiyor. Helikopter, araba, uçak ve sürat teknesi içeren 'kızına ulaşma çabası' içerisinde sergilediği sınırsız yetenekleri, kamera yıkılan binaların arasında dolaşırken heba ediliyor. Sayılı insan arasındaki melodram dozu yükseldikçe doğallığı kaybolan film, kendine yarattığı güvenli alanda salınıp duruyor.
San Andreas Fayı'nın en büyük artısı, öncüllerinden farklı olarak 'beklenilen anı' final bölümüne saklamaması. Büyük depremlerden sonra devreye soktuğu artçı şoklar ve tsunami ile tüm süreye yayılan bir aksiyon temposu yakalayan film, CGI ağırlığı konusuna hakim (bir önceki filmi Gizemli Adaya Yolculuk'a göz gezdirmeniz yeterli) bir yönetmene sahip olmasının avantajlarını da sonuna kadar kullanıyor. İçinde köprü geçen sekanslarda sarı okul otobüsünün olmaması da artı hanesine eklenebilir.
Gözümüze sokulan Amerikan bayrağı eşliğinde vuku bulan 'yeniden inşa etme' söylemi ne kadar mide bulandırsa da 'felaket filmi' adında bir suçlu zevk var ve buna karşı koymak imkansız. Bu fay bir çok anlamda kötü olsa da zaman geçirmek için kötü sayılmaz.
firat_atac@hotmail.com