Umudun adı İnşallah!
Yazar: Banu BozdemirFilistin – İsrail gerginliğinin ‘sıradan’ insanın hayatına etki eden yanlarını anlatan fazlaca film izliyoruz bu ara. En son aynı yapımcı firmanın Incendies / İçimdeki Yangın filmi gerçekten de içleri kavuracak denli etkili bir filmdi. Bir annenin tüm bu baskılar ve ayrıştırmalar sonrasında yaşadığı drama odaklanan filmin farklı bir biçimde izini sürüyor Inch'Allah/ İnşallah. İsrail ve Filistin sorununa üçüncü bir gözü taşıyor ve Kanadalı Chloe’yi bir anlamda taraf olmaya itiyor…
Savaş atmosferini, o karmaşaya ilişkin ruh açmazlarıyla birlikte ortaya saçılan ruh hallerini etkili bir biçimde resmediyor film ve çemberin içinde kalmakla, dışından bakmanın farkını gayet radikal bir biçimde çiziyor. Film insan ilişkilerini özellikle başlarda realite üzerinden değil de daha çok duygusal katmanlardan oluşturuyor. Batı Şeria’da bir Filistin kampında kadın doğum uzmanı olarak çalışan Chloe, hastası Rand ve onun ailesinin yaşadıkları çerçevesinde ezilmeyi ve karşılığında da ‘direniş’i keşfediyor.
Filmin Chloe açısından bir yolculuk hali olduğunu da söyleyebiliriz bir yandan. Hayat kurtarmanın, sakin kalmanın ve yaşamın akışına sadece ‘duygu’ olarak hareket katmanın bilincinde olan Chloe’nin giderek yıkılan duvarlarına ve şiddetlenen algısına tanıklık ediyoruz. Bu anlamda filmin sonunun tartışmaya açık olduğunu söylemem gerek. Yani film seyirciyi ‘açık bir sonla’ terk etmiyor, tam da şahit konumundan eylemci moduna sokuyor. Bu da bir tartışma hali tabii, o da ayrı!
Chloe gibi kadın karakterler gerçekten de güçlü olmalı, çünkü yaşadıkları topraklardan uzak olma hali bir yana, bir de kendilerini bulundukları ortama adama halinde oluyorlar çoğu zaman. Kalküta'nın Çocukları’ndaki fotoğrafçı Zana Briksi de benim için böyle bir karakter, hem de kanlı canlı biliyorsunuz. Hindistan’da bir anlamda ‘kader kurbanı’ olan kızları fotoğraflamanın dışında hayatlarına dahil olma yolunu seçmek durumunda kalıyor çünkü ortamın havasını soluyor. Tek başına düştüğün ortamın havasını solumak, nefessiz kalmak ve ortama uygun çözüm yolunu seçmek. İşte Chloe’nin de başına gelen bu! Kabul edersiniz ya da etmezsiniz ama filmin önerisi bu!
Filmin ortasında duran Chloe hem İsrail hem de Filistin tarafına müdahil olabiliyor, her gün sınırdan geçiyor, ‘sınır’ kuran duvarla yüz yüze kalıyor. İsrailli kadın asker arkadaşı Ava ve Rand arasındaki uçurumları birebir yaşıyor. Birisinin çaresizliğini diğerinin gücüyle yok etmek istiyor ama kendisinin tam da ortasında bulunduğu koca bunalım üzerine bastırıyor. Yönetmen Anais Barbeau–Lavalette bir kadın yönetmen olarak (ayrım yapma amacıyla belirtmedim) sakin ve duru bir anlatımı seçse de sonunda bombayı patlatıyor! Rand’ın erkek kardeşi Faysal’la Chloe arasında kurduğu ilişkiyi sürekli dalgalandırıyor. Rand’ın en küçük kardeşi Safi Süpermen kıyafetiyle ortalıkta dolaşıyor ve en büyük kahramanlığı iki tarafı ayıran duvarda küçük bir delik açmak oluyor. Bu da Filistin ve İsrail arasında yaşananların özeti gibi. Herkes kendince açtığı delikten bu soruna bakıyor! Ama çözüm sınır koyanların ve kimi zamanda o sınırı geçebilenlerin vicdanında bitiyor. Yönetmen de dahil olma meselesine dikkat çekmek istediğinin altını özellikle çizmiş.
İnşallah, olması istenen bir şey için kullanılan bir temenni sözü. Chloe gücü yettiğince sorunlara müdahil olmaya çalışıyor ama dediğim gibi sonuç herkesi kapsamayabilir. Ama filmin oraya kadar getirdiği nokta gerçekten de etkili, herkesin yaşadığı soruna odaklayabiliyor bizi. Sonrası sizin bakış açınıza kalmış. Aynı yapım şirketinden çıkmış iki filmi kıyaslarsak İçimdeki Yangın’ın sarsma açısından kesinlikle daha etkili bir anlatımı olduğunu söyleyebiliriz ama İnşallah da yıllarca devam eden soruna parmak basma açısından derinlikli!
twitter.com/BanuBozdemir