Hesabım
    Kan Bağları
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Kan Bağları

    Bir 70'ler polisiye filminde oyuncuya doymak...

    Yazar: Melis Zararsız

    Blood Ties/Kan Bağları filmini iki kez izledim, ilk kez geçen sene uzun versiyonuyla Cannes’da, ikinci kez de Beyazperde.com olarak gerçekleştirdiğimiz öngösterimde, kısaltılmış versiyonuyla.

    Cannes’da sabah 8.30 itibariyle günde 3-4 film izlemek durumunda kalmak, yarışma filmlerini ayrıca değerlendirmeye çalışmak, yani festival içinde filmleri değerlendirmek çok daha farklı oluyor açıkçası. Başka kıstas ve kriterleriniz olabiliyor orada. Geçen senenin “fazla parlak” birkaç filminin arasında, oyuncu kadrosuyla heyecanlandıran ve zaten yarışmamakta olan bu yapım, özellikle uzunluğu ve olay akışının ağır ritmi sebebiyle beklediğim tadı vermemişti bana. Evet, oyuncu kadrosunun zenginliği zaten baştan beklentileri yükselten bir durum bu yapım için. Filmin Fransız yönetmeni de, hem oyunculuk hem yönetmenlik alanlarında kendisini ispatlamış olan Guillaume Canet. Dolayısıyla sinematografi anlamında da beklentilerimiz yüksek sayılır, estetik açıdan gayet “şık” bir filmle karşı karşıya olduğumuz daha fragmanlardan belliydi.

    Filmin 70’lerde geçen bir polisiye oluşu da ilgi çekici özelliklerinden, belli ki yönetmenimiz o dönemin meşhur suç/gerilim/polisiye türündeki filmlerinden epey etkilenmiş… Fakat, Fransız bir yönetmenden İngilizce bir Amerikan filmi izlemek nasıl olacak bakalım…

    Evet, roman uyarlaması olan bir filmin (Les Liens Du Sang) yeniden çekimi olan Blood Ties’da, 1970’lerin başında New York’ta geçiyor öykü. Açıkçası nostalji düşkünlüğümden, geçmişteki belirli bir dönemi başarılı şekilde yansıtan filmleri çok severim. Blood Ties’da da 70’ler atmosferi son derece başarılı bir şekilde tasarlanmış; kılık kıyafetler, hal ve tavırlar, müzikler, arabalar, saçlar, renkler, evler, sokaklar, herşey tam da olması gerektiği gibi… Film aslında hareketli bir sekansla açılıyor; kendi aralarında gülüp eğlenmekte olan gençlerin evini polis basıyor ve silahlı çatışma çıkıyor, yaralananlar, tutuklananlar oluyor. Fakat bu heyecanlı ve merak uyandırıcı açılıştan sonra film teker teker bize karakterleri tanıtmak derdine düşüyor ve bu süreçte tempo düştükçe düşüyor. Filmin ilk yarısı bu ağır tempoda geçerken kendinizi bir sergi izleyicisi gibi hissetmeye başlıyorsunuz, ambiyans güzel, sevilen, ünlü oyuncuları birarada görmek güzel, ama o kadar, tempo o kadar düşüyor ki, filmin anlatmak istediği hikayeye odaklanmak mümkün olamıyor çok fazla.

    Aslında hikayenin odak noktası, iki erkek bir kız kardeşten bir de hasta babadan oluşan bir ailede iki birbirinden çok farklı karakterdeki erkek kardeşin (Clive Owen ve Billy Crudup) çatışması; onların çocukluktan gelen vicdan muhasebeleri, gururları, birbirlerine olan aşırı bağlılığı sevgi olarak değil de bazı fedakarlıklar ve hatta kendilerine zarar vermelerle gösterme “delikanlılıkları” diyelim. Ve ekleyelim: babaları rolündeki James Caan’ın performansına şapka çıkartıyorum. Onun yanısıra da o kadar çok “isim” oyuncu var ki kadroda, (Marion Cotillard, Mila Kunis, Noah Emmerich, Zoe Saldana…) hiçbirine kötü denilemez, gerçi garip aksanları çoğunu ara ara itici kılmış ama yine de hepsi etkileyici performanslar sergileyerek filmi izlenir kılıyorlar.

    Filmin ikinci yarısı daha çok aksiyon içeriyor, kovalamacalar, arabalı takipler ve bu tarz, alışılagelmiş, heyecanı arttıran hareketli anlar artıyor ve izleyiciyi daha çok içine çekip, az da olsa, merak uyandırmayı başarıyor.

    70’lerin polisiye filmlerini severim, hele ki kadro bu kadar sağlamsa, bir de Fransız bir yönetmen filmi Amerika’da çekmişse, bu iyice ilgimi çeker diyorsanız, Kan Bağları size göre!

    http://www.twitter.com/blossomel

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top