Klasik bir kostümlü dramdan çok daha fazlası!
Yazar: Duygu KocabaylıoğluYönetmenlik kariyerine kısa filmler ve televizyon dizilerinde bölüm yönetmeni olarak başlayan Joe Wright, beşinci uzun metrajlı sinema filmiyle 2012 sonbahar vizyonunda yeniden seyirci karşısına çıktı. Üstelik yine bir klasik roman uyarlamasıyla. İngiliz sinemasının tipik mesafeli duruşunu koruduğu sinemasal anlatım diliyle Anna Karenina aralığın son vizyon haftasında ülkemiz sinema seyircisiyle de buluşuyor.
Ortaöğretimini yabancı dil ağırlıklı liselerde geçiren, '80 sonrası hemen hemen tüm gençler Rus yazar Leo Tolstoy'un klasik eseri Anna Karenina ile en azından "simplified edition" düzleminde tanışmıştır. Savaş ve Barış külliyatından sonra 1873-77 yılları arasında kaleme aldığı "Anna Karenina" esasen oldukça muhafazakar Hristiyan bir bakış açısı ile yazılmış bir romandır. Roman, henüz Çarlık'ın egemen olduğu ve asilzadelerin yönettiği, sosyal statünün her şey demek olduğu 19yy. Rusyasında aşkının peşinden giden, aristokrasiye mensup bir kadını merkezine alır ve bu yasak onaylanmayan ilişkinin karşısına, daha olası, vakur ve mutlu sonlu bir birliktelik koyar. Tolstoy bir yandan tüm yaşamları boş davetlerle geçen yüksek aristokrasiyi alttan alta eleştirirken, diğer yandan da kutsal aile kurumunu açık açık över.
Edebiyat tarihinde kilometre taşı olan bir klasiği beyazperdeye uyarlamak meşakkatli iş. Hele ki daha önce defalarca uyarlandığını, baş karakterin Sophie Marceau, Greta Garbo gibi yıldızlarla özdeşleştiğini düşünürsek, hikayesini herkesin bildiği bir klasiğe farklı bir yorum getirmek hem yönetmen, hem de simgesel başrol açısından oldukça zorlu bir yol. Fakat Joe Wright'ın rejisinde 2012 versiyonlu Anna Karenina'nın bu zorlu yolda tökezlemediğini de belirtmek gerek. Wright'ın en büyük avantajı bana kalırsa Oscarlı senarist Tom Stoppard ile beraber çalışmış olması. Stoppard'ın uyarladığı senaryo oldukça grift bir akışta, Anna Karenina karakterini filmin odak noktası yapmayı başarıyor. Fakat en kuytuda kalabilecek yan rollerin dahi çok başarılı resmedildiğini ve oyuncuların tepeden tırnağa yaşayan birer roman kahramanına büründüğünü de ekleyelim.
Filmin 130 dakikalık kısmen uzun süresinde ilk bölümde Anna Karenina'nın hikayesi, Vronsky ile yakınlaşma süreci ise biraz fazla uzun tutulmuş. Başta iyi yan kollara ayrılan öykü, filmin ikinci yarısında biraz hızlıca toparlanma gereği duymuş. Zira Anna'yı alkolizme, ardından da intihara sürükleyen psikolojiye fazla derine inmeden değinen yönetmen, çıkarttığı kıskançlık krizlerini boşuna tantanalarmış gibi göstermiş. Fakat ortada, oğlu dâhil tüm hayatını, vazgeçemediği aşkı uğruna çöpe atan bir kadın varsa, kadın cinsinin en tehlikeli versiyonlarından biri ile karşı karşıya olduğunuzu da unutmamak lazım. Zira 19yy. Rusyası ile 21 yy. dünyasında sonuçlar pek de değişmez; kutsal olanları elinizin tersiyle ittiğiniz anda kuralları koyan ve uygulayan erkek egemen iktidar tarafından siz de bir kenara itilirsiniz. O anı yaşamamak için de silahlarınıza sımsıkı sarılırsınız.
Bazı eleştirmenler Keira Knightley'in son performanslarını yapay bulduklarını dile getirseler de bence Knightley yukarıda çizilen karakter açısından bakıldığında, aşka düşen, buram buram yanan, yangını uğruna ailesini ve itibarını darmadağan eden, sonrasında her şeyini verdiği adamı kaybetme ihtimaliyle ağır histeriye sürüklenen Anna Karenina karakterinin hakkını veriyor.
Öte yandan bir yıla 3 film sığdırmayı başaran Jude Law aldatılan koca Alexei Karenin performansıyla şaşırtmazken, en son Vahşiler filminde mariuanna üreticisi Ben olarak seyrettiğimiz ve Anna'nın yasak aşkı Kont Vronsk‘ye hayat veren Aaron Taylor-Johnson bu rol için tam anlamıyla biçilmiş kaftan olmuş. Matthew MacFadyen, Domhnall Gleeson, Alicia Vikander gibi yan rollerdeki oyuncuların ayrı ayrı parlaması oyuncu yönetiminin de ne kadar yerinde olduğunu tekrar gösteriyor.
Neredeyse baştan aşağıya tiyatro dekorlarıyla ve bu dekorların geçişiyle yaratılan "tiyatro sahnesi atmosferi" ise filmin görsel çıtasını çok yükseklere taşıyor. 19yy. romanı günümüzde nasıl uyarlanır sorusuna "kostümlü tarihi dram" tanımından çok daha fazlasını katan sanat yönetmeninden, set dekoratörüne tüm ekibi kutlamak gerekiyor. Seyrettiğiniz yapımın bir 'sinema filmi' olduğu algısıyla oynayan bu dekor ve sahne geçişleri hikayenin gerçeklik duygusunu bambaşka boyutlara taşıyor. Öyle ki melodrama kayması oldukça olası olan bu hikaye, Wright'ın anlatım uslübuyla yüksek aritokrasinin traiji-komik halini de resmediyor...
Uzun lafın kısası bu Cuma vizyona giren Anna Karenina, 2012'ye bizim vizyon takvimimiz açısından aşk ve tutku dolu bir bakışla göz kırpıyor ve beyazperdede farklı bir klasik uyarlaması seyretmek isteyen seyircisini bekliyor.
Twitter.com/duygukocabay