Zıtların aşkı!
Yazar: Ali Ulvi Uyanık"Zıt kutuplar birbirini çeker" bilimsel bir tanımlama ve aynı zamanda ilişkiler için de yerleşik bir kural. Sinema bu kuraldan, özellikle romantik güldürülerde çok yararlanır. Hikâye boyunca birbirleriyle didişen kadın ve erkek, sonunda mutlu sona ulaşır. Optimist yönetmen Frank Capra'nın başyapıtı, 1934 yapımı, 5 Oscar ödüllü Bir Gecede Oldu (It Happened One Night), zıtları kullanan ilk örneklerdendir (şımarık zengin kız ile haber peşindeki işsiz gazeteci).
Zaten, Serial Lover adlı suç komedisiyle tanınan Fransız yönetmen James Huth, Mutluluk Asla Yalnız Gelmez (Un bonheur n'arrive jamais seul)"de Capra'dan ilham aldığını söylüyor.
Erkek karakter Sacha Keller (Gad Elmaleh), müteveffa babası ünlü bir besteci olan çapkın: Tek gecelik ilişkileriyle ünlenmiş, özgürlüğüne düşkün, çoluk çocuktan 'nefret eden', bekâr evini annesinin dışarıdan desteğiyle çekip çeviren, en önemlisi de yetenekli bir piyanist/besteci. Şimdilik reklam cingıllarından para kazanıyor... Charlotte Posche (Sophie Marceau), biri, Sacha'nın da işvereni olan büyük patron / 'kart zampara' Alain'le (François Berléand) olmak üzere iki evlilik yapıp, ikisini de bitirmiş. Alain'in himayesinde, vakıf aracılığıyla sanatçılara destek oluyor, iki evliliğinden olan üç çocuğuyla koşuşturuyor...
Sacha ile 'sakar' Charlotte yağmurlu bir günde karşılaşır, bir dizi küçük kaza sonucu yakınlaşır; âşık olurlar... Ve bu mutlu tanışma ve aşk, sorunlarla birlikte mutsuzluğa doğru yön değiştirir: Sacha çocuklarla ilişkilerindeki (daha doğrusu ilişkisizliklerindeki) sorunlarını, Charlotte ise Sacha'nın çapkınlık ününü aşar da, maalesef ikisi birden patrona toslar: Alain!
Senaryo ortağı da olan Huth, öncelikle öykünün eksenindeki formülü, âşık olarak mutluluğu bulma- kaybetme - yeniden bulma şeklinde kurarak, karakterlerindeki olgunlaşma süreçlerini işleme fırsatı bulmuş. Bir de, hiç bir hüzünlü anı ağlatıya dönüştürmeyerek, filmin genelindeki iyimserliği gölgelememiş.
Yani, film, ilk sahneden finale, dalgalanmalar yaşansa da, seyredeni huzursuz etmiyor. Çünkü yönetmen, aynı zamanda bir komedi çektiğini ve müzikal özellikleriyle de seyirciyi eğlendireceğini gayet iyi biliyor. Seçtiği erkek oyuncu da, gag'larından başka hareket komedisine uygunluğuyla biliniyor. Dikkatimizi çektiği film, Kuzey Afrika'dan gelen göçmen bir trans kadını canlandırdığı "Gönül Çelen (Chouchou)'den (2003) bu yana farklı türlerde takip ettiğimiz Gad Elmaleh (Fas doğumlu), kahkahalarla gülünen bazı sahnelere damgasını vuruyor.
14 yaşında, Patlarsam Yanarsın (La Boum) (1980) ile başladığı sinemada, duru güzelliğin simgelerinden olan Sophie Marceau ise, anneliğin daha da çekici kıldığı bir kadın. Bu filmde, hem rolü gereği ve hem de gerçek yaşamından yansıyan anne güzelliği, ona, yani hem Charlotte'a, hem de Sophie'ye çok yakışmış. Yer aldığı her sahneyi, adeta parlatıyor.
Komik bir adamla güzel bir kadının buluştuğu ve son yıllarda Fransızca konuşulan filmlerde ısrarla yer verilen İngilizce şarkılarla birlikte, Hollywood sihrinin de dokunduğu bir Fransız filmi! Neden olmasın? Gezegenin bu ağır ve savaşçı gündeminde, tüm bu keşmekeşte ne için var olduğumuzu anımsattığından, önemli bile sayılabilir: Yeni bir başlangıç olan ölüme dek bize kalan tek şey aşk değil mi?