Zviaguintsev'den çıtayı yükselten bir film...
Yazar: Ayşegül KesirliRus yönetmen Andrei Zviaguintsev'nin bir önceki filmi Sürgün (Izgnanie) hakkında yazdığım yazıyı: "Zvyagintsev sinemasından ümit edilen tadı alabilmek için yönetmenin üçüncü filmini beklemekte fayda var sanırım" sözleriyle bitirmiştim. Zvyagintsev'nin dört yıllık bir aranın ardından gelen üçüncü uzun metraj filmi Elena, bize yönetmenin sineması hakkında daha somut kararlara varabileceğimiz yepyeni bir olanak tanıdı nihayet. Farklı sınıflardan gelen insanların para ve güç uğruna verdikleri acımasız mücadeleyi gözler önüne seren Elena, Zvyagintsev'nin diğer çalışmaları gibi aile kurumunu merkezine alan, melankolik ve gizemli bir hikaye anlatıyor.
İçerisinde hiçbir hayat belirtisi olmayan, son derece düzenli ve ‘pahalı' bir apartman dairesini gözler önüne serdiği uzun bir sekansla açılan film,önce izleyenleri Elena'nın gündelik rutini ile tanıştırıyor. Elena'nın tüm ilgi odağının sabah erkenden kalkıp, kahvaltısını hazırladığı ve yataktan kaldırdığı kocası Vladimir olduğunu anlamak fazla zaman almıyor. Ancak Elena'nın Vladimir'le sevecen bir karı-koca bağlılığından çok bir hasta-hemşire ya da daha çok çalışan-işveren ilişkisi kurduğu da özelikle vurgulanıyor. Elena'nın gündelik rutini içerisinde şehrin yoksul semtlerinden birinde oturmakta olan oğlu, gelini ve torunlarını ziyarete gitmesi ise Vladimir ve Elena arasındaki sınıf ve kültür farkını gözle görünür bir biçimde ortaya koyuyor.
"Elena"nın senaryosunda da imzası bulunan Andrei Zvyagintsev, böylelikle filmin daha ilk dakikalarında izleyenlerin karakterlerin geçmişleri ve gelecek adımları hakkında bir fikre sahip olmalarını sağlıyor. Karakterlerin etrafında gözle görülmeyen yan öyküler örmeyi başaran yönetmen, başrol oyuncusu Nadezhda Markina'nın ve tüm oyuncu kadrosunun güçlü performanslarının da yardımıyla son derece durağan ve lineer bir düzlemde akıp giden gidişatı derinleştirdikçe derinleştiriyor. Zvyagintsev'in izleyenlere aktardığı tüm bu verilere rağmen karakterlerin gizemini ve hikayenin tekinsiz atmosferini korumayı başarması ise "Elena"yı arzu edildiği gibi açık uçlu ve sürükleyici bir film yapıyor.
"Elena"nın sahip olduğu bu özelliklerin filmi ana akım suç filmlerinin formülleştirilmiş anlatımından uzaklaştırdığını ve bir noktadan sonra izleyici beklentilerinin ters yüz edildiğini söyleyebiliriz. Hikayenin politik yanını kuvvetlendiren ve karakterlerin siyasi duruşlarını belirginleştiren bu durum, yönetmen Andrei Zvyagintsev'in suç, ahlak ve adalet gibi evrensel kavramların yanı sıra, günümüz Rusya'sı hakkında da ciddi eleştirilerde bulunmasına yardımcı olmakta. "Elena"nın izleyenlere sunduğu, hayatta kalmanın ve geleceğe yön vermenin tek yolunun para kazanmaktan geçtiği ve bu uğurda her şeyin mübah olduğu bir dünya. Evrensel doğruların ve değer yargılarının ortadan kalktığı, ilahi adaletin gücünü yitirdiği ve karakterlerin sadece kurtulma içgüdüsüyle hareket ettiği bu dünya, kapitalist toplumun, tanımladığı doğrularla kişileri içine sürüklediği ahlaki ikilemler arasındaki büyük uçurumu da başarıyla görünür kılmakta.
Andrei Zvyagintsev'nin filminin en güzel yanı, belirgin politik duruşuna rağmen yönetmenin kendi düşüncelerini baskıcı bir biçimde senaryoya yansıtmak yerine kararı seyircilere bırakmaktan yana olması belki de. İzleyenlerin kendi politik ön yargılarıyla yüzleşmelerine de alan bırakan bu yaklaşım, filmin hikaye düzleminden çıkıp gerçek dünya ile buluşmasına da imkan tanıyor. Böylelikle "Elena," derinlikli hikayesi, başarılı oyuncu performansları, sıra dışı gidişatı ve tekinsiz atmosferi de hesaba katıldığında seyredenleri kendine bağlayan kuvvetli bir filme dönüşüyor ve yönetmen Andrei Zvyagintsev'nin gelecekte çok daha büyük işler başaracağının da habercisi oluyor.