Hesabım
    Peki Şimdi Nereye?
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    3,0
    Ortalama
    Peki Şimdi Nereye?

    Kadının fendi, savaşı yendi mi?

    Yazar: Melis Zararsız

    Lübnan doğumlu güzel yönetmen Nadine Labaki, Peki Şimdi Nereye? (Et maintenant on va où ?) adlı ikinci uzun metraj filmiyle ilki kadar ses getirecek mi, gişe yapacak mı bilinmez ama bu kez daha politik ve iddialı konulara çomak sokuyor olduğunu söylemeliyiz.

    Karamel, Beyrut'lu 5 kadının bir güzellik salonunda buluşarak konuştukları konuları beyazperdeye aktarıyordu renkli, esprili, samimi bir biçimde. Yönetmen bölgede yaşanan savaş sonrası olumsuzluğa rağmen filminde iyimser bir tablo çizmiş, acıları dillendirmemiş, sadece sinematografisiyle izleyiciye aktarmıştı ve film dünya çapında çok beğenilmişti.

    Peki Şimdi Nereye'de güç gene kadınlarda! Bu kez Lübnan'ın küçük bir köyündeyiz. Müslümanlar ve Hıristiyanların birarada huzurla yaşadığı, fakat çıkacak en ufak bir dini kavgada savaş yerine dönmesi an meselesi olan topraklardayız. Nadine Labaki, görsel anlamda yine aynı başarıyı gösteriyor, bizi Lübnan'daki o küçük köye sokup adeta tozunu yutturuyor, kokusunu burnumuza kadar getiriyor... Teatral bir açılış yapıyor film, yasta olan siyah giymiş kadınlar kolkola girmiş, acılarını, çaresizliklerini, neredeyse yıkılmak üzere oluşlarını anlatan teatral bir dans gösterisi yapıyorlar. Sonra hızla karakterleri tanımaya başlıyoruz, fakat o kadar çok karakter var ve hepsi de o kadar başrole oynuyor ki, biraz yoruluyoruz. Labaki, köydeki Hıristiyan kadınlardan biri, kocası yok ve küçük çocuğuyla yaşıyor. Köyden Müslüman bir erkekle birbirlerinden hoşlanıyorlar (bunu da hayal şeklinde geçen şarkılı bir dans sahnesinde tam olarak anlıyoruz) fakat bu elektrik sadece hissedildiğiyle kalıyor.

    Vizontele'yi aşırı derecede çağrıştıran bir küçük öykü aslında filmde huzuru bozmaya davetiye çıkaran konu oluyor! Muhtarın gayretiyle tüm köy halkı birleşip televizyon seyretmeye başlıyorlar ama haberlerde duydukları dini çatışmalar, gerginlikler, kavgalar, hatta ölümler, köy halkının huzurunu kaçırıyor ve birbirlerine düşüyorlar, ibadet yerlerine zarar vermeye, birbirlerine hakaret etmeye, itip kakmaya başlıyorlar. Tabii bu kavgaları çıkaran, agresifleşen hep erkekler. Kadınlar ise bir yolunu bulup erkeklerin dikkatlerini dağıtmak, böylelikle huzuru bozmamak istiyorlar ve birleşip planlar yapıyorlar. Bu planlarına köy papazı ve imamı da ortak olunca işleri pek de zor olmuyor.

    Aslında tüm dünyada savaşların çıkmasının en büyük ve en aptalca sebeplerinden biri olan dini çatışmaları Labaki küçücük bir köyün üzerinden anlatarak, çözümünü de o küçücük köyün küçücük umutlarıyla halletmeye çalışıyor. Bu denli büyük bir okyanusta böylesi bir çaba naifçe görünse de, o meşhur denizyıldızı hikayesini hatırlarsak, aslında Labaki, elinden geleni yapıyor.

    Filmde kadın dayanışması ve ince zeka ile örülmüş organizasyonlar söz konusu. Zira dünya tarihinde savaşları çıkaran hep erkekler ve savaşların sonucuyla yas tutan, kayıplarının acısıyla cebelleşen ise hep kadınlar. Peki kadınlar, erkeklerin birbirlerini öldürmelerini durduramazlar mı? Bu soru milattan önce 44 yılında Aristofanes tarafından sorulmuş aslında ve tek perdelik bir oyun olarak sahnelenmiş. Oyunda Yunanlı kadınlar savaş bitene kadar erkekleriyle cinsel bir münasebete girmezler. (Şener Şen'li Şalvar Davası misali...) Peki Şimdi Nereye de fikrini biraz buradan alıyor gibi fakat sonra kadın zekası ve çözümleri şeklinde birçok farklı oyunlar ekliyor kendi hikayesine... Keklere karıştırılan uyuşturucularla erkekleri sakinleştirmek mi istersiniz yoksa köye dansçı Rus kızlar getirerek hem adamların akıllarını baştan almak hem de kızlara casusluk yaptırmak mı? Tahmin edersiniz ki bu ve bunun gibi sahneler sonucu film aslında epey "komedi" janrına hizmet ediyor.

    Fakat gerek esas konu olsun, gerek öykünün içinde yer alan gencecik bir insanın ölümü olsun, film aslında bir o kadar da dram yüklü! Karanlık tarafları çok fazla. Boğazınıza bir yumru oturtacak acıları da yaşatıyor film, işte Karamel'den de burada ayrılıyor, bazı gerçekleri suratımıza çarpıyor ve o acıyla bizi başbaşa bırakıyor yeri geldiğinde. Bir annenin evladını yitirişine ve savaş çıkmasın diye bu acısını bile içine atmak zorunda kalışıyla yüzleşiyoruz örneğin. Onun, dinine bile isyan edişiyle yüzleşiyoruz cesurca... Labaki'nin, köyündeki erkeklere avaz avaz bağırarak bu kavganın bitmesini isteyişiyle yüzleşiyoruz.

    Film aslında birden çok şey anlatmaya çalışıyor ve hangi janrada durduğuna karar verememiş, yönünü şaşırmış gibi hissettiriyor bazen. Fakat bana sorarsanız Labaki filminin tonunun hem komik, hem acıklı, hem durağan, hem hareketli, hem şarkılı türkülü, hem acılı yaslı olmasını bilinçli olarak tercih etmiş. Ben bu filme hayat gibi diyorum, hayatın ta kendisinde varolan acı tatlı değişimler bu filme de doğal olarak yansımış sanki... Oyuncuların çoğunun profesyonel olmayışı da filme ekstra doğallık ve hoşluk katmış. Filmde çok fazla karakter olması ve hepsinin de güçlü karakterler olması, konuların da yoğunluğu sebebiyle yorucu ve gereksiz, üstelik filme hiç de haketmediği bir basitlik katmış.

    Filmin sonu ise, adına da hizmet eden hoş bir espri gibi görünse de biraz naif, biraz hayalkırıklığı...Fakat ben Labani'nin gelişecek olan sinemasından umutluyum, meselesi olan, hem umutlu hem endişeli, yani hayat gibi filmler çekmeye devam edecek bana kalırsa güzel yönetmen, biz de keyifle izlemeye devam edeceğiz.

    Twitter: @blossomel

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top