Merak kediyi yaşattı!
Yazar: Misafir KoltuğuSon yıllarda beyazperdenin gişe garantili edebi trendlerinden biri de, genç okuyuculara hitap eden ve ana karakterleri de, hedef kitlesinin yaş aralığında olan fantastik – bilimkurgu çeşitlemeleri… Harry Potter serisi sayesinde büyük bir ivme kazanan bu eğilimin; Suzanne Colins imzalı Açlık Oyunları külliyatının uyarlamaları ile yakaladığı eleştirel ve maddi başarı sayesinde, “en az risk taşıyan sinemasal yönelimlerden biri” haline gelmesi aslında hiç de sürpriz sayılmaz!
Yine de Orson Scott Card’ın leziz bilimkurgu serisinden perdeye taşınan Ender's Game : Uzay Oyunları uyarlamasının beklenmedik bir şekilde gişede iki seksen çakılması, aslında bu taze sinemasal trendin bile ayaklarının yere tam anlamıyla sağlam basamadığını göstermiş oldu bizlere. Neyse ki akabinde Veronica Roth’un Uyumsuz güzellemesi perdeyi ziyaret ederek, yapımcılara türün maddi ve manevi avantajlarını bir kere daha hatırlatmakta gecikmedi! Ailenin şimdilik yeni üyesiyse James Dashner’ın genç okuyuculara yönelik üçlemesinden sinemasal arenaya zıplayan Labirent: Ölümcül Kaçış!
Dashner’ın inşa ettiği öykü, emsallerinin daha önceden aşındırmış olduğu türe öyle aman aman bir yenilik getirmese de, temiz sayılabilecek bir bilimkurgu öyküsüne ev sahipliği yapıyor. Ama Labirent: Ölümcül Kaçış’ın benzerlerinden çok önemli bir farkı var! O da öyküyü çözme aşamasında, ana karakterin iç sesini bir anlatıcı olarak kullanmak yerine öyküyü, neredeyse izleyiciyle soru – cevap şeklinde ilerleyen bir sohbete dönüştürmesi. İlk saniyeden itibaren takipçilere sorular sorduran ve bu soruları da teker teker açıklığa kavuşturan, pürüzsüz bir akışı var hikâyenin.
Her şey “kahramanımız” Thomas’ın bir asansör aracılığıyla bilinçsiz bir halde geldiği – ya da getirildiği Kayran adında bir bölgede gözlerini açmasıyla başlıyor. Geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan Thomas, tıpkı Kayran bölgesindeki diğer kaderdaşları gibi neden buraya gönderildiği sorusuyla cebelleşirken, bölgenin etrafını çepeçevre saran Labirent gerçeğiyle yüzleşiyor. Sadece “koşucuların” girebildiği bu labirentin ise hem içinde hem dışında bazı kurallar var. Karlan’a gelen ilk kişi olan Alby’den bu yana zaman içerisinde şekillenmiş kurallar bunlar ve tahmin edeceğini gibi Thomas gelip de ortalığı karıştırana kadar kimsenin sorgulama zahmetine girmeden kabullendiği kurallar aynı zamanda…
Sonrası mı? Tipik “seçilmiş kişi” klişeleri, asilikten ve asaletten taviz vermeyen Thomas’ın yasak diye karşısına dikilen her şeyi didiklemesi, bu yasakların aslında o kadar da “tehlikeli” olmadığını keşfetme süreci ve nihayetinde hem kendisinden hem de diğer Kayran sakinlerinden büyük bir öz veriyle gizlenen o karanlık gerçekle yüzleşmesi, kronolojik bir sırayla izleyiciye servis ediliyor filmde. Sürprizsiz, risksiz ama kabul etmek gerekir ki buna rağmen albenili…
Dashner’ın öyküsü, özellikle Lost gibi bir seriye 6 yıldan fazla bir süreyi hibe etmiş izleyiciye fazlasıyla aşina gelecektir. Yazarın referans noktalarından birinin William Golding’in alametifarikası Sineklerin Tanrısı olması, hiç de sürpriz sayılmaz zaten! Hatta daha kaba bir tabirle Dashner’ın öyküsünü, Golding’in yarattığı efsanenin daha fazla makyajlanarak, bilimkurgu janrına yönlendirilmiş hali olarak bile değerlendirebiliriz.
Labirent: Ölümcül Kaçış’ın çok yeni fikirlere ev sahipliği yaptığını söyleyemeyiz belki ama türün oldukça temiz bir örneği olduğunun altını gönül rahatlığıyla çizebiliriz. Dashner’ın üç kitaba yayılan serisinin ilk halkası olan film; öykü evrenini tanıtma konusunda da oldukça basit ama işlek adımlar atıyor. Nihayetinde, takipçilerinin kafasını bulandırmayacak kadar lineer bir öyküye ev sahipliği yapmasına rağmen, bu basitlik film için hiçbir zaman dezavantaj haline gelmiyor.
Sözün özüne gelecek olursak eğer, tıpkı son yıllarda karşımıza çıkan pek çok türdeşi gibi Labirent: Ölümcül Kaçış da, türün klişeleriyle barışık izleyiciler için iki saatlik lezzetli bir “genç işi” bilimkurgu örneği vadediyor. Film, her ne kadar görsel efekt tezgahında pişen Wes Ball’ın bu ilk yönetmenlik denemesinde sınıfı geçmesini sağlasa da; devam halkasında atılacak olan daha cesur adımlarla kolektif hafızalarda uzun vadeli yer edinecek bir üçlemenin doğması işten bile değil!
Fatih Yürür