Birkaç senedir Almanya'da eğitim amaçlı yaşayan biri olarak "Almanya'ya Hoş Geldiniz (Almanya - Willkommen in Deutschland)" üzerine bir şeyler yazıyor olmak aslında benim için anlamlı. Zira burada kısa bir süre geçiren bir insanın bile kayıtsız kalamayacağı şu meşhur entegrasyon meselesini sezebilmek için, üstün bir gözlem yeteneği gerekmiyor. Almanya'nın herhangi bir şehrinde sokakta atacağınız bir tur ile, bugüne kadar konuşulagelen ve muhtemelen ilelebet de konuşulacak olan aidiyet kavramının sorgu odasında bulabilirsiniz kendinizi. İki toplum tarafından ötekileştirilen; fakat iki topluma da ait olan bir kültürün, güzel renklere boyanmış hikayesi işte "Almanya'ya Hoşgeldiniz".
Berlin Film Festivali'nde yarışma filmlerinden biri olma şansını kılpayı kaçıran ve yarışma dışı gösterilen filmin Alman medyasında ve en azından yaşadığım şehir olan Münih'de coşkuyla karşılandığını söylemem pekala mümkün. Çok iyi bir mizah anlayışına sahip ve eğlenceli olduklarını kesinlikle söyleyemeyeceğim Alman halkının farklı tonlardaki bir komediyi bağrına basması aslında çok da şaşırtıcı sayılmaz. Almanların yıllardır süregelen "Stefan Raab ile komik olmak" hezeyanlarının karşısında, ilk dakikasından itibaren size hoş tebessüm armağan eden bir filmle dikiliyor olmak Yasemin Şamdereli ve Nesrin Şamdereli'nin başarısı.
Film göç nedeniyle Almanya'ya giden, yıllar içerisinde kuşak çatışmaları yaşamaya başlayan ve iki kültür arasında kalıp hiçbir yere ait olamayan son derece renkli simalara sahip bir ailenin tuhaf ama yıllardır normal kabul edilen hikayesini anlatıyor. Günümüz ve göç zamanı olmak üzere iki farklı koldan akan hikaye, yönetmen ikilinin Jean-Pierre Jeunet öykünmeleriyle de masalsı ve sevimli bir sinema anlatımı ediniyor. Pek derinine inilememiş karakterlerle de zenginleşen film, kusursuz bir bütün oluşturamasa da tek bir anında bile can sıkmayan, vasatı aşan bir sinema örneği haline geliyor.
Ailenin en büyüğü olan dedenin de zorlamasıyla ana vatana doğru Küçük Gün Işığım (Little Miss Sunshine) benzeri bir yolculuğa çıkan karakterler, her biri içlerinde taşıdığı farklı sorunlarla tekrar bir bütün olmanın, tekrar kendilerini tanımanın bir fırsatını yakalıyorlar. Aslında karşımızda, masalsı tonlara sahip olsa ve mevzuya muzip bir yaklaşımda bulunsa da alt okumalarıyla tamamen gerçeği yakalamayı başaran bir film var. Zaten filmin aidiyet kavramına net bir çözüm getirmemesi ve iki kültürden birine yaranmaya çalışmaması da bu yüzden. Yasemin ve Nesrin Şamdereli'nin tek derdi aileleri için vakt-i zamanında büyük fedakarlık yapan insanların "gerçek" hikayesi hiç ajite etmeden anlatmak.
Bir koluyla göçün yakın tarihine odaklanan komik bir dönem filmi, diğer yandan da anavatana doğru ufak bir minibüsle yola çıkan karakterlerin sunulduğu içine hüzün saklanmış bir yol filmi olan "Almanya'ya Hoşgeldiniz"in, film yönetimi anlamında yaşamadığı bazı sorunları senaryoda yaşadığı söylenebilir. Çok karaktere sahip birçok senaryoda olduğu gibi, bu karakterlere boyut kazandırmakta sorun yaşayan yönetmen kardeşler, çareyi fazla derine inmemekte bulmuşlar. Bu da mevzuya karakterleri üzerinden eğilen bir film için maalesef dramatik yapıyı sekteye uğratan bir unsur olmuş. Filmin dil tercihlerinin izleyenler üzerinde yabancılaştırıcı bir etki oluşturabileceği gerçeği de bahsedilebilecek başka bir eksiklik.
Almanya'da daha önce yaptıkları televizyon işleriyle de takipçi kazanan ve bu filmle artık 'bir sonraki filmleri merakla beklenen yönetmenler' arasına girmeyi başaran yönetmen ikili açısından "Almanya'ya Hoşgeldiniz"in bir sinemasal başarı olduğu çok açık. Zaten sizi kahkahalara boğmasa da, ilk andan itibaren içine alan, samimi, sıcak, eğlenceli ve mevzuya doğru noktadan yaklaşan bir film bu. Ötekileştirmekten ve itelemekten bir türlü sıkılmadığımız bu mevzuyu umarım ki en azından gişede es geçmeyip kalburüstü bir sinema tecrübesiyle yüzleşebilir sinema seyircimiz. Eğer bunu yaparlarsa pişman olmayacakları kesin gibi...
kaankarsan@gmail.com
twitter.com/kkarsan