Hesabım
    Kubilay
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    2,5
    Geçer
    Kubilay

    Kubilay

    Yazar: Misafir Koltuğu

    Sinema salonuna doğru yol alırken, kendi kendime söz vermiştim, "bu filme kafamdaki bütün önyargılardan arınmış bir şekilde gireceğim, seyredeceğim ve çıkacağım" dedim ama bütün bu naif duygularıma rağmen, ortada sinema adına pek bir şey yoktu.

    Menemen'de dinci bir ayaklanmada şehit düşen Asteğmen Kubilay'ın öyküsüne dayanan yapım, kullandığı hikayenin özüne uygun bir pazarlama politikasıyla 29 Ekim 'de vizyona girdi. Fakat ne vizyon öncesi, ne de gösterime girdiği günden bu yana, Kubilay filmi üzerine bir yorum ya da adamakıllı eleştiri yazılmış değil. Bu tarihi vakanın sinemaya uyarlanması haber olurken, vizyon sonrası üzerine kalem oynatılmaması da ayrıca şaşırtıcı.

    Filmin yönetmen koltuğunda, aynı zamanda senarist ve yapımcısı da olan Faik Ahmet Akıncı oturuyor. Akıncı'nın, 90'lı yıllarda yazıp yönettiği ve fazla bilinmeyen 3 filmi daha var. Bu filmleri görmemekle birlikte, Kubilay üstüne getirilecek eleştiriler zaten başka hiçbir yapımla bağ kurulamayacak cinsten.

    Yazımın girişinde, ortada bir sinema filmi göremediğimi belirtmiştim. Biraz abartılı ve sivri bir eleştiri gibi görünse de, Kubilay 'da filmi, film yapan asıl unsurların hiçbiri yok. Öncelikle filmin ilk yarısı ortaokul öğrencileri için 'Türk Devrim Tarihi' ders CD'si kıvamında, Hepsi daha önce gördüğümüz ve ezberlediğimiz video kayıtlarından ve belgesel niteliğindeki arşiv görüntülerinden oluşuyor. Hatta filmin kayda değer nihai bölümü de, bu arşiv kısmı. Siyah-beyaz görüntülerinin arasına serpiştirilen renkli sahneler, anlatılacak didaktik hikayenin elde kayıtlı videosu bulunamadığından dolayı, dolgu malzemesi olarak çekilmiş bağlantı noktalarından, kolajdan ibaret. Öyle ki filmin ilk yarısını 'yarın hoca sınavda soru çıkartabilir!' kaygısı ile izlediğimi ifade etmem gerek.

    Filme adını veren Kubilay ne zaman sahneye çıkacak, ne zaman hacı-hoca takımından kurtulup onunla tanışacağız, karakter dünyasına ineceğiz? Beklediğimiz, umduğumuz bir hikaye akışı, olay örgüsü hiç yok. Zaten filmde Kubilay'ı canlandıran Arda Kural, Mustafa Kemal'i oynayan Yalçın Mıhçı ve Şeyh Esat rolünde Ünsal Emre de dahil olmak üzere hem başroller hem de yardımcı roller, karakter derinliğine sahip olmayan basit tiplemeler. Gençlik dizilerinde 'kızların hayran olduğu delikanlı' rollerinin gediklisi Arda Kural, birkaç sahne ve planda oyun vermeye çalışsa da, filmin geneli o kadar özensiz ki, onun da birkaç mimikle vermeye çalıştığı karakter dramı, üstelik sözüm ona başrol olmasına rağmen, havada ve sahipsiz kalıyor.

    Sahnelerin absürdlüğüne tek tek girmeye ne Sinekritik'in yeri yeter ne de buna hevesim var; ama, tekke tarikatının metalci headbang'ini andıran toplu ayin törenleri, 10 kişi ile açılan ve gene bu 10 kişi ile koca bir devlet kuran meclis, kapatılan tekke salonunun, bir yastığın yeri dahi oynamadan hoca efendinin evinin salonuna dönüşmesi, 1919-1930 arasında 11 yıl varken, onca badireye rağmen Mustafa Kemal'in hiç yaşlanmaması, hatta düşmanlarının gençliklerine de zerre kadar zeval gelmemesi, buna rağmen Kubilay'ın sıra dışı (!) bir şekilde büyüyüp, öğretmen olması gibi detaylar gözüme kaçan çöpler maalesef. Listeyi uzatmak mümkün, fakat gerisi laf-ü güzaf olacak eskilerin deyimiyle.

    Peki, bu filmde hiç iyi bir şey yok mu? 'Niyet var' diyebilirim ama her girişimde niyet etmek iyi bir iş başarmanın yüzde 50'sine denk düşmüyor maalesef. Bu ülkede 'Kubilay' ve benzeri filmler çekilebilir elbette ve çekilmelidir. Her ülkenin sineması, ulusun tarihinden gelen gerçek ya da efsanevi savaş, kahramanlık hikayelerini sever, gerektiğinde tepe tepe kullanılır. Ama kahramanlık hikayesini ele alırken de sinemacının belli bir çizgiyi, anlatım üslubunu, estetik anlayışını tutturması gerekir. Bir sinema filminin minimum gerekliliklerini yerine getirmeden kotarılan yapım, en başta bilet alıp sinemaya gelen seyirciye karşı büyük ayıptır.

    Kubilay için söylenecek çok şey yok aslında. Filmin şansının vizyon sonrası televizyon satışlarında ve ilköğretim tarih dersine eğitim cdsi olarak değerlendirilmesinde daha güçlü olacağını düşünüyorum. Fakat ikinci ihtimalde de, tek taraflı didaktik klişelerle genç dimağların erozyona uğrama ihtimali oldukça yüksek...

    Duygu Kocabaylıoğlu

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top