Bir Avuç Deniz
Yazar: Misafir KoltuğuSon iki aydır vizyona giren aşk filmlerinin sayısında ciddi bir enflasyon var. Şubat ayının "aşıkların ayı" olmasının da gişeye etkisi göz ardı edilemez şüphesiz. 10 yıldır reklam sektöründe pek çok işin yönetmenliğini yapmış olan Leyla Yılmaz'ın ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olan Bir Avuç Deniz de aşk filmleri kotasından bu cuma gösterime giriyor.
Filmin öyküsü temel olarak 2 kadın 1 erkekten oluşan aşk üçgeni çevresinde geçse de, senaryonun özellikle üzerine düştüğü karakter Engin Altan Düzyatan'ın canlandırdığı Mert. Mert yıllarca Amerika'da eğitim görmüş ve Türkiye'ye döndükten sonra üst düzey bir yönetici olarak önemli bir firmanın başına geçmiş. Bir de "aklı başında her erkeğin" kolunda taşımak isteyeceği rol model ve elbette ki dünyalar güzeli bir sevgiliye ( Zeynep Özder ) sahip.
Mert'in sevgi dolu ailesi ise onu kendi ürünü olarak gören bir anne ve anlayış timsali bir babadan ibaret. İnsan hayattan daha ne ister, değil mi? Ama anlaşılan Mert'e rahat batıyor ve karşısına çıkan ilk "özgürlük abidesi" aklını başından almaya yetiyor. Bir Avuç Deniz'in "özgürlük" simgesi, Berrak Tüzünataç'ın oynadığı Deniz karakteri. Öyle ki filmin çıkış noktası da Deniz karakterine bir gönderme yaparak, 'bir avuç denize mi razısınız, yoksa engin sulara açılmaya cesaretiniz var mı?' sorusunu sorma hevesinde.
Kent hayatının karmaşasında kaybolmuş insanlar için genelde sınırları ve koşulları önceden çizilmiş bir rotayı takip etmek en iyisidir; arada bir de sığınacak bir liman buldun mu, senden güzeli yok. Yönetmen Leyla Yılmaz'ı bu filmin senaryosunu kaleme alırken harekete geçiren de, 'sakin liman mı, yoksa fırtınalı deniz mi?' ikilemi olmuş belli ki. Bu yerinde bir soru, tamam ama, cevabı bulmak için 110 dakika boyunca bir yere varmayan diyaloglar, sözüm ona felsefe içeren büyük laflarla dolu, başı sonu birbirini tutmayan bir senaryo yazmak şart mıdır? Mert karakterinin Dilek ve Deniz arasında bocalamasını, yapmacık bir özgürlük uğruna 'rota'sından şaşmasını seyrederken, birden kuytuda bekleyen başka bir kadın devreye giriyor ve seyircinin tüylerini ürperten bir 'hamle' ile bizi başbaşa bırakıyor. Tüm senaryoya baktığımızda hikâyenin oturması gereken zemin öyle boş ki, kıskançlık, sahiplik, özgürlük gibi kavramlar havada uçuşuyor sadece. Özetle yönetmenin, aklındaki ikilemi ne senaryoya, ne diyaloglara ne de filmin genelinde oyuncu yönetimine geçiremediği maalesef aşikâr.
Derler ki, film yönetmeni orkestra şefi gibidir. Orkestranın bütünü işini çok iyi yapan sanatçılardan oluşsa da, her halükarda her birini yönetecek, sıraya sokacak ve eserin düzgün çalınmasını sağlayacak bir şefe ihtiyacı vardır. Bu bütünü bir araya getiren sanatçılar şefe o kadar saygılıdır ki, adlarıCan Gürzap ya da Ayda Aksel de olsa, herşeyi şefe bırakırlar. Ya da bir görüntü yönetmeni olarak bir sahnede başarıyla kotardığınız ışığı, atmosferi yönetmenin boşa harcayacağını düşünmezsiniz. Siz ekibin bir parçası olarak yönetmenin dediğini yaparsınız, zira yönetmen direktifi verirken aklında bir sonuca varacak, tamamlayıcı başka birçok unsur mutlaka vardır. İşte o unsurların hemen hemen hiçbiri bu filmde bir avuç kadar bile yokmuş gibi görünüyor. Ne ayrı ayrı usta olarak değerlendirebileceğimiz oyuncular ya da yeni nesilden parlak oyunculuk sinyali veren yetenekler, ne Göcek koylarının mavisi, ne zeminsiz özgürlük arayışı, ne de sürpriz finali tek tek Bir Avuç Deniz'i kurtarmaya yetmiyor.
Bu haftanın romantik dram kategorisinden kendisine yer bulan ve magazin basınında konusundan ziyade başrol oyuncusunun tek bir planı üzerinden konuşulmaya açık olan Bir Avuç Deniz, sinema perdesinde bir avuç aşk görmek isteyenlerin tercih edeceği bir yapım olabilir, daha fazlası değil.
Duygu Kocabaylıoğlu