Son Cellat
Yazar: Ayşegül KesirliYönetmen Şahin Gök'ün 12 Eylül Dönemi'ne ait bir iç hesaplaşma öyküsü anlattığı "Son Cellat"ın başına gelen en iyi şey Kadir İnanır sanırım. Yıllar boyu sert erkek tiplemeleriyle karşımıza çıkan ve neredeyse 'maço' kavramını kendi vücudunda cisimleştiren İnanır, bu filmde canlandırdığı korunmaya muhtaç Bayram rolünde oldukça etkileyici bir oyunculuk sergiliyor. "Son Cellat"ın farklı sahnelerinde birer birer devreye giren sert bakışları, çocuksu gülümsemesi ve içli yüz ifadesi sayesinde ünlü oyuncu, Bayram'ın iç karmaşasına başarıyla uyum sağlıyor.
Diğer yandan, Kadir İnanır'ın canlandırdığı karakter için bambaşka bir oyunculuk tarzı benimsediği de söylenemez. İnanır, "Son Cellat"ta alışıldık yüz mimiklerini kullanarak senelerdir içinde gizli olan bambaşka bir yönünü ortaya çıkartıyor sanki. Anlayacağınız, ünlü aktörün oyunculuk yeteneğini yeniden kanıtlaması için, kalıplaşmış sert erkek imajını kırması ve bu imajın arkasına gizlenen yüzünü ortaya çıkması yetiyor. Fakat Kadir İnanır'ın etkileyici performansını bir kenara bırakıp, "Son Cellat"a yeniden baktığımızda filmin başka hiçbir olumlu özelliği olmadığını üzülerek fark ediyoruz.
Öncelikle, bir dönem filmi olduğunu iddia etmesine rağmen ne karakterlerin kıyafetlerinde, ne de mekanların dekorasyonunda geçtiği dönemin ruhunu yansıtmayı başarabilen "Son Cellat"ın, bu anlamda tam bir özensizlik ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Kimi sahnelerinde karşımıza 80'li yıllarda var olmayan 'dijital fotoğraflar' çıkartan, kim sahnelerinde ise Atilla Saral'ın üzerine giydiği son moda kıyafetlerle dönem ruhunu tamamıyla kaybeden filme, önüne geçilemeyen bir yapaylık hakim.
Atilla Saral'ın bir filmden çok bir katalog çekimi izlediğimizi hissettiren donuk performansı bu yapaylığın önde gelen sebeplerinden. Gidişat süresince canlandırdığı Yusuf karakterinin iç karmaşasından çok hangi profilden daha iyi gözüktüğüyle ilgilenirmiş gibi bir tavır takınan Saral'ın özellikle Kadir İnanır'la paylaştığı sahnelerde daha da göze batan bu performansı, filmin başarısını neredeyse imkansız kılıyor. Ancak bu başarısızlığın kaynağını Atilla Saral'da değil, onu Yusuf gibi zorlu bir karakter için yeterli gören mercilerde aramakta fayda var sanırım.
Zira aynı mercilerin Atilla Saral'ın hapishane hayatını ütülü gömlekler, tiril tiril ipekli ceketler ve kuru temizlemeden yeni çıkmış paltolarla geçirmesinde de parmağı var. Tüm mahkumların eski püskü boğazlı kazaklarla boy gösterdiği koğuşta, incecik gömleklerle fotojenik pozlar veren Saral, bu haliyle filmin gerçekçiliğini yerle bir etmekte. Saral'ın bu duruşu, hapishane mekanının steril görünüşü, gardiyanların tertemiz üniformaları, nezarethanenin duvarlarına hepsi aynı kalemle ve aynı el yazısıyla yazılmış sol görüşlü sloganların acemi sunumu ve siyasiler koğuşunun karikatürize imajıyla birleştiğinde ise "Son Cellat," tam anlamıyla bir müsamere estetiği kazanmakta.
Filmi bütünüyle yapay bir surete büründüren bu estetik, hikayenin sürekliliğini bölen etkisiz geriye dönüşler, gündelik hayatta yeri olmayan edebi diyaloglar ve karakterlere bahşedilen işlevsiz duygu patlamaları sayesinde varlığını daha da belirginleştirmekte; izleyenlerin karakterlerle özdeşleşmelerini engelleyen stüdyo kokulu ses miksajı ve orijinallikten uzak müzik kullanımı da, filmin ortaokul müsamerelerini hatırlatan anlatımını desteklemekte. Bu nedenle de film, son dakikalarında tamamen yürek burkan bir trajediye dönüşmesine karşın, seyredenlere en ufak bir duygu yoğunluğu dahi yaşatamayan samimiyetten uzak bir yapıma dönüşmekte.
Anlayacağınız "Son Cellat," olumsuz yönleri, olumlu özelliklerinden ağır basan can sıkıcı bir yapım. Kadir İnanır'ın çarpıcı performansına ve duygu yüklü konusuna rağmen, amaçladığı etkileyicilik seviyesine ulaşamayan film, ne yazık ki izleyenlere zaman kaybından başka hiçbir şey vaat etmemekte. Dolayısıyla hali hazırda vizyonda seyretmeye değer bunca yapım varken, vaktiniz "Son Cellat"la harcamamanızı tavsiye ederim.